Mali'nin daha önce buradan duyurduğu üzere 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası için Fenerbahçe Tv ekranlarında bir program hazırlıyor olduk. Maçların takibi ve maç sonları canlı yayın derken 15 günlük çok ciddi bir koşuşturmaca oldu, kendi işlerimizi de beraberinde yürütmeye çalıştığımız düşünülürse epey keyifli ancak yorucu bir dönemdi diyebilirim. Bu yoğunluk nedeniyle yazıp çizmek istediğim birçok şeyi ötelemek durumunda kaldım, blog ekibini de yanlız bıraktım. Hem ufak bir özür, hem de sesli düşünme yazısı olsun...
Elbette her maçı izleyemedim ama kendime yetecek kadar, bu turnuvanın tadını, turnuvanın tadı olduğunu düşündüğüm takımların keyfini çıkaracak kadar ekran başında ve salonda olma fırsatı buldum. Bazı takımlar tarafından hayal kırıklığına uğratıldım, bazılarından da beklediğimin çok üstünde performans gördüm. Kötüden iyiye gitmek alışkanlıktır, o şekilde başlayacak olursak:
Hayal kırıklıkları kısmında sayacak isim bol aslında. Burada herhalde öncelikli isim Yunanistan; hem performans hem de yaptıkları "rakip seçme" tercihi olarak kötü bir turnuva geçirdiler. İspanya maçında vites yükselten, maçı kazanabilecek direnci gösteren Yunanistan takımı, rakip seçmeye çalışırken düştüğü yolun kurbanı oldu. Alıştığımız Yunanistan takımından daha iyi bir hücum takımı görmüş olsak da Kazlauskas ile birlikte yaşamaya çalıştıkları kimlik değişimindeki ilk sınavda başarısız oldular. Tekrar edeyim, belki performanslarından çok Rusya maçında yaptıkları tercihle (ki bunun adına "tercih"ten farklı bir şey de söylenebilir elbet) hayal kırıklığı listesine girdiler.
Diğer bir hayal kırıklığı yine bizim grubumuzdan, Porto Riko... Turnuva öncesi Ayuso'yu, turnuvada da Arroyo'yu kaybeden Porto Riko, atıcı kısalarının beraberinde getirdiği o "başbelası" kimliğinden de çok şey kaybetti. Aslında bizi ve Yunanistan'ı tüm bu sorunlara rağmen yenmeye çok yaklaşmışlardı, yine de gruptan çıkmaları bekleniyordu ancak turnuvanın en kötü takımlarından Fildişi'ne farklı kaybederek bir çuval inciri berbat ettiler. Porto Riko takımını ilk tur gruplarında elenirken görmek bir hayal kırıklığıydı.
"Kötü" demişken bir not da Avustralya'ya. Kolu kanadı kırık Alman takımına karşı elde ettikleri açık farklı galibyet dışında akılda kalan bir performansa imza atamadılar. Çok etkili olmasını beklediğimiz pota altı güçlerini kullanamadılar ki bunda takımın dümenindeki ismin de çok etkisi olduğu söylenebilir. Bir türlü kağıt üzerindeki kadroyla bağdaştıramayacağımız bir takım gördük sahada, zaten grup sonrası Slovenya maçında da süpürüldüler.
Son hayal kırıklığı notları Almanya ve İspanya. Almanya, Sırbistan'ı grup maçlarında yenebilen tek takım olarak kupaya veda etti. Orada kazandıkları maç onlara 2 çok önemli maç kaybettirdi, Avustralya ve Angola mağlubiyetleri, turnuva öncesi düzenlerini çok övdüğümüz Almanya takımını evine çok erken gönderdi. İspanya ise bu turnuvanın en ağır toplarından biri olarak geldiği Türkiye'de Calderon-Gasol ikilisinin yokluğunda sıkıntı yaşadı. Yine de Almanya yaratmaya çalıştığı yeni jenerasyonla, İspanya da hiçbir şeyle olmasa bile 5.'lik maçında Arjantin karşısında gösterdiği geri dönüş mücadelesiyle akıllarda güzel anılar bırakarak turnuvadan ayrıldılar.
Turnuvanın iyilerine gelince; en başta Türkiye ve Litvanya'yı saymak gerek (şampiyon ABD'den başlamamak enteresan tabii, ancak konunun resmini onlara ayırmak telafi jesti olabilir sanırsam). Litvanya'nın bu kadar eksik kadroyla yaptıkları hakikaten muazzam, beni de fazlasıyla yanılttılar. Zalgiris, Olimpija, Cibona gibi takımların ayakta kalmasını her şeyden çok isteyen biri olarak da Kalnietis-Pocius ikilisinin performansını özellikle takdir ettiğimi ve benzerlerini sene içinde sık sık Zalgiris formasıyla da görmeyi dilediğimi belirtmek isterim. Gelecek sene ev sahipliği yapacakları turnuvada daha da heyecan verici bir Litvanya takımı görebiliriz. Bizimle ilgili çok konuşulduğu için farklı bir şeyler üretebileceğimi sanmıyorum; bence turnuva öncesi çok tatsız olan ortamda çok önemli bir başarıya imza attılar. Dilerim bu başarı, artık şu oyundan keyif almamız, biraz kafamızı kaldırıp burada olan bitenlere bakmamız konusunda işe yarayacak bir derece olur. Ve yine dilerim ki bu derece, her ne kadar çok büyük bir başarı ve çok anlamlı bir sonuç olsa da, daha yememiz gereken onlarca fırn ekmek olduğu gerçeğinizi bize unutturmaz.
Yukarıda "enteresan" olduğunu söylemiştim, şampiyon takımı da "iyi" demişken saymamak olmaz. ABD şampiyon, üstelik Brezilya maçı dışında ciddi bir sıkıntı yaşamadan, savunmaları ve açlıklarıyla fark yaratan, "iyiler ama gençler, sert atmosferlerde bozulabilirler" diye düşünüp teselli bulmaya, en azından açıklarını yakalamaya çalışırken son maçta gördüğümüz üzere ciddi de bir psikolojik savaş verebilen bir ABD takımı vardı ortada. Ve turnuvanın yıldızı olarak gözümüzün içine soktukları Kevin Durant ile birlikte burada hak edilmiş bir şampiyonluğa imza attılar...
Diğer "iyi"ler ile ilgili kısım daha seri olacak; bize kaybetmelerine rağmen genç kadroları ve doğru basketbollarıyla Sırbistan, turnuvayı 8. bitirmelerine rağmen (ki onları çelmeleyen de bizdik) turnuvanın tadı olan Slovenya, Kirilenko ve Holden'sız, ardından Khryapa'sız kalmasına rağmen sert bir takım yaratmayı başaran Rusya (ki Yunanistan maçında sadece işlerine bakmaları bile takdir için yeterliydi) ve son olarak da D Grubu'ndan 3. çıkmayı başaran Yeni Zelanda Marko'nun gözüyle turnuvada akılda kalan takımlardı.
Çok keyifli, 15 günlük maratonu geride bıraktık. Eminim herkesin aklında kalan, yazacak ya da konuşacak onlarca anısı vardır. Ben ayaküstü kafamdakileri dökmeye çalıştım, elbette bu bol atraksiyonlu maratonda tek bir yazıyla tüm detayları geçmek zor; yakın dönemde, yaklaşan EL sezonu ve takımların durumlarıyla ilgili bir şeyler karalayarak buralarda daha sık görünmeye başlıyor oluruz. Süperdi, geçti gitti; şimdi eski alışkanlıklara dönme vakti...
2 yorum:
Böyle bir turnuvayı yaşadığım için çok mutluyum açıkcası, yaşatanlara teşekkür ediyorum. Turnuvanın benim adıma (Türkiye dışında) unutulmazları şöyle sırasıyla:
1-ABD-Brezilya, Sırbistan-Hırvatistan, İspanya-Arjantin, İspanya-Sırbistan maçları ve Teodosic'in hançeri;
2-Porto Riko'nun eğlenceli, Litvanya ve Slovenya'nın muhteşem taraftarları;
3-Final'in devre arasındaki törende Gomelsky, Sabonis, Divac, Oscar Schmidt,Cherly Miller gibi efsanelerin Hall of Fame'e girişlerini görmek;
4-Sırbistan(Ivkovic) ve Litvanya(Kemzura)'nın verdiği takım nasıl kurulur dersleri;
5-Kanadalı harika akrobasi ekibi ve tabii ki Red Foxes.
Turnuvadaki kötü tarafları şimdilik düşünmek istemiyorum, güzellikler kazınsın iyice, sonra ona da bakarız.
teşekkürler
Yorum Gönder