Sitedeki bütün yazılar tarafımızdan hazırlanmaktadır. Kaynak göstermeden çalan çırpan Schortsanitis'in altında kalsın.

31 Ağustos 2011 Çarşamba

Marca'dan Muhteşem Eurobasket Takvimi

0 yorum

Bu artık Marca için bir klasik haline geldi diyebiliriz. Tüm büyük organizasyonlar için bu mükemmel sayfayı hayata geçiriyorlar. Şimdi de 2011 Avrupa Basketbol Şampiyonası için hazırlanmış. Gün gün, takım takım, tarih tarih bütün herşey burada. Ve anında da güncellenecek. 18 gün boyunca açılış sayfası yapmamak için hiçbir sebep yok.

Eurobasket 2011 Rusya İncelemesi

0 yorum

Dağılmadan önce S.S.C.B. ile topladığı madalyaları bugün Kızılmeydan'ı baştan başa doldurarak rahatlıkla sergileyebilecek olan Rusya 2000'li yıllarda başarısız olduğu organizasyonların ardından 2007'de İspanya'da deyim yerindeyse altın vuruşu yaptı. JR Holden'ın şutu potadan içeri girdiğinde sadece salonda bulunan binlerce İspanyol'un yüz ifadesi değil Avrupa basketbolunda da birtakım şeyler değişmişti. Yıldız "oyuncularla" dolu İspanya kendi evinde ağır favori olduğu şampiyonada takım olmayı başaran Rusya'ya boyun eğmişti. Rusya'nın hala aynı çizgide gittiğini söyleyebiliriz ama başarıların aynı paralelde devam ettiğini söylemek zor.

Geçtiğimiz sene Kirilenko'suz Türkiye'ye gelen, Khryapa'dan da sakatlığı sebebiyle faydalanamayan David Blatt yine de sahaya çıkardığı takımdan maksimum verim almayı başarmış, özellikle Yunanistan'a karşı oynadığı hesapsız oyunla büyük alkış almıştı. Bir maç sonrası içinde bulunduğum kalabalık bir gruba da Kirilenko'ya sitem ederek sakat sakat gelen Khryapa'yı övmüştü. Şimdi elinde her ikisi birden var ama bu sefer de JR Holden'sız Litvanya'ya geliyorlar. Uzun bir süredir Rusya'da o bölgeyi dert etmeyen Blatt'ın bu sene ciddi bir problemi olacak. JR Holden'ın kendine güvenen, süratli, kendi şutunu yaratabilen, el yakan anlarda sorumluluk alabilen ve ileri düzeyde olan saha görüşü özelliklerini şu an mevcut kadroda bulunan üç oyun kurucu Khvostov, Shved ve Ponkrashov güçlerini birleştirerek bile karşılayamıyor. Shved güçsüz fiziğine rağmen can yakabilen bir şutör, Ponkrashov da buna ilaveten fundementali yüksek bir oyun kurucu ama David Blatt Khvostov'dan ne bekliyor açıkçası bunu anlamış değilim. Birçok takımın aksine sahada Khryapa ve Kirilenko gibi iki lideri birden olacak olan Rusya'nın 1 numarada bu kadar yetim kalması beklentilerin bir türlü üzerine çıkmayı başaramayan Ponkrashov için de ayrı bir hayalkırıklığı olsa gerek.

Artık savunmasıyla net bir şekilde anılan Rusya için bu turnuvada sıkıntı çekmeyeceği konu hücum olabilir. Her ne kadar oyunu şekillendirecek bir lider oyun kurucusu olmasa da Rusya'nın skor üretebilecek çok silahı var Litvanya'da. Hazırlık maçlarında top paylaşımını ön plana çıkaran Kirilenko'nun sahneye çıktığında sazı eline alacağını tahmin etmek güç değil. Aynı şekilde Khryapa da sorun top kullanmak olduğunda bunu hiç düşünmeyecek önemli bir silah. Savunmada nirvanaya ulaştıktan sonra geçirdiği sakatlık onu gerilere götürse de büyülü bir havanın içinde onun da eski günlere dönmesi olası. Aynı şekilde Fridzon, Shved, Ponkrashov ve Bykov da rahat skor üretebilen, hatta günlerinde olduklarında seyir değiştirebilen isimler. Shved'in tepeden, Fridzon'un da baseline ağırlıkta olmak üzere kullandıkları öldürücü üçlükler, Ponkrashov ve Bykov'un delici özellikleri Rusya'nın hücum temelini oluşturacak. Fizik üstünlüğüne rağmen Mozgov'u nasıl ofansif bir silah sayamıyorsak, Vorontsevich de bir o kadar sürpriz skorer. İçerden ve dışardan rahat sayı bulabiliyor. Ve en önemli silahlardan biri de tecrübeli Monya.

Bu kadar ismin varlığında skor bulmak sorun olmayacak gibi gözükse de listenin büyük bir çoğunluğunun istikrar konusunda sabıkalı olması yine bizi başladığımız yere, Kirilenko'ya getiriyor. Hazırlık maçlarında çok diri gözüken Kirilenko'nun boşa geçen 3 yıldan sonra artık ülkesini sırtına alması, kendisine de soru işaretiyle bakanlara "Ben daha ölmedim" mesajı vermesi gerekiyor. 

Hazırlık maçlarında Blatt'ın ekibi hızlı hücumları etkili kullanmaya çalışan, uzunlar arasında iyi paslaşan, biraz dağınık hücum eden ama her zaman iyi savunma yapan bir görüntüdeydi. Oyun kurucular her ne kadar en büyük problem gibi gözükse de Kaun ve Zhukanenko'nun yokluğunda pota altı da ciddi problem olabilir. Mozgov'un oyun içinde kontrolünü zaman zaman kaybedip erken faul problemine girmesi Khryapa, Kirilenko ve Vorontsevich'in üzerindeki yükü ağırlaştırabilir. Üstelik hiçbiri de ne Mozgov kadar uzu, ne de onun kadar güçlü değiller. Bu yüzden Blatt'ın turnuva öncesi altına bir tabure almak suretiyle bol bol Mozgov'un kulağını çekmesi gerekiyor. 

Belki madalyaya uzanamayacak Rusya ama sürekli podyum için pusuda bekleyen, olimpiyat kovalayan takım listesinin tepesinde olacak. Günlük performansların en çok etkileyeceği takımlardan biri olmaları kuranın sağ tarafında oldukları için ilk turda canlarını pek yakmayacak ama ikinci turdan itibaren önlerindeki tek rakip istikrar olacak. Blatt'ın takımı istikrarı koruyabilirse turnuvanın can yakanlarından olacak.

Maliano

Eurobasket 2011 Sırbistan İncelemesi

0 yorum

Sırbistan'ı incelemeye başladığınızda daha derine inmek için farklı bir yöntem var.

Sırbistan'ı bir kulüp olarak düşünün, bütçesi kısıtlı (burada bütçeye en denk alabileceğimiz en mantıklı değişken nüfus) ve son 20 yılda içinden Öz Sırbistanspor, Sırbistan İdman Yurdu, Atletico Sırbistan, Sırbistan United gibi kendisi kadar olmasa da yine uluslararası alanda adı duyulan başarılı kulüpler çıkartmış; anlayacağınız darbeler yemiş köklü bir kulüp.

Bunun yanında taraftar desteği sağlam ve bir o kadar da kuvvetli gelenekleri olan bir kulüp.

Şimdi kafamızda yarattığınız o kulübün futbol takımı düşünün, şampiyonluklar alamasa dahi uluslararası arenada sürekli mücadele etsin. Voleybol takımını düşünün, dünyada en önemli markalardan biri olsun. Teniste yetiştirdiği yetenekler dünyanın 1 numarasında otursun. Sutopu ve hentbolda da en az voleybol kadar büyük bir değer olsun.

Basketbol takımı ise; sonuçlar ne olursa olsun o kulübün can damarı, lokomotif branşı. Futbol takımı yenilebilir, voleybol takımı yenilebilir vs. ama asla basketbolda alınan mağlubiyet kadar can acıtmaz.

'Sırbistan için basketbol nedir?' simulasyonumuz umarım açıklayıcı olmuştur.

'Litvanya'daki Sırbistan'ın şansı nedir?' sorusuna geçersek. Her zamanki kadar şanslılar denebilir.

Yugoslavya rüzgarının teker teker dinmesiyle Sırbistan esintisine dönen başarılar zinciri kendini son olarak Eurobasket 2009'da final, 2010 FIBA Dünya Şampiyonası'nda ise yarı final oynayarak yeniden hissettirmeye başladı.


Kadroda 2009'a göre 3, 2010'a göre de sadece 1 değişiklik var. 'Yükselen yıldız'dan yukarı seviyeye en azından şimdilik çıkamayan Velickovic yerine 2.22'lik Marjanovic bu şampiyonada kendine yer bulacak. Bu rakam Sırbistan'ın ne kadar stabil olduğunu göstermekte. Tabii bunun baş mimarı Ivkovic gibi koç. Kariyeri boyunca pahalı villalar yerine gelecek vadeden toprakları yaratmak ve yönetmekte daha başarılı olan Ivkovic'in oynattığı basketbol savunmada hatayı tolere etmeyen bir sisteme dayalı. Bunu hazırlık maçlarını izlediyseniz oldukça rahat, skorlara baktıysanız da bir müddet sonra anlayabilirsiniz. Hücum olarak kısıtlı bir takım görüntüsünde değillerse de Sırbistan'ın savunması ne zaman dengeyi kaybederse tüm maçları sıkıntıya soktukları apaçık ortada. Ayrıca verim almaya yönelik bir sistemi var Ivkovic'in. Ana hatları belli olan rotasyonunu o gün kimden daha fazla verim aldığına göre şekillendiriyor koç.

Tabi aslında bu kısır bir döngü; savunmalarını dengesizleştiren, hücumdaki tercihler ve o tercihlerin baş sorumlusu dümenin başındaki Teodosic. Her zaman için 'zıvanadan çıkmasına çeyrek var' gibi oynayan Teodosic o müthiş yeteneğine rağmen takımını bazen 'dönülmez akşamın ufkuna' sürüklüyor.

Onu yedekleyenler ise Teodosic'in kontrolü kaybettiği anlarda takıma aklı-selim aşılayabilecek Markovic ve Rasic.

Markovic bu noktada anahtar isim. Unutmamak lazım ki Polonya 2009'da bize karşı 0/5 atan 'bebe' halinden eser yok. Teodosic kadar can yakmayacak olsa da oyunu okuyabilen, takımını oynatabilen, doğru kararlar verebilen ve ceza şutlarını kesebilen yan roldeki Markovic çok can sıkıcı olacak.

Rasic'in soğukkanlılığı ve tecrübesi, Tepic'in eşleşme problemlerine sebep olması kısa rotasyonunda çok yönlü olmalarını sağlıyor.

Uzun rotasyonuna dönersek, Krstic sessiz ve derinden bir tehlike. NBA kariyeri ve gittiği her takımda belli standartların üzerine çıkmasından da öte şahsi fikrim olarak eğer takımıma Avrupa çapında bir 5 numara alacaksam en iyi tercih olduğu tartışılabilir bir konu değil. İstikrarlı bir Perovic ve erken faul problemine girmeyecek Marjanovic'le beraber boyalı alanı birçok takımın kâbusuna dönüştürebilirler.

 

Kısa ve uzun forvet bölgesinde ise farklı lezzetler bulunuyor. Savanovic gibi dış şutu can acıtan fakat şutunu kapattığınızda da boyalı alanda problemler yaratabilecek oyun zekasında ve bitiricilik kabiliyetinde bir oyuncunun varlığı düşmana korku, dosta ise güven sağlıyor. Ona bir de savunma sertliğini hücumda da iyi bitiricilikle süsleyen Macvan'ı eklersek uzun dosyasını kapatmış oluyoruz.

Eğer Sırbitan'ın yumuşak karnından bahsedeceksek bu bölge kısa forvet pozisyonu olacaktır. Her ne kadar yetenekleri üst seviyede olsalar da ne Bjelica ne de Keselj henüz sahaya karakter koyma konumunda hazır değiller. Sıradan maçlardan çok bu iki ismin performansı maçların seviyesi kritik düzeylere ulaştığında belirleyici olacak.

Sonuç olarak bireysel olarak değerlendirmede Fransa, İtalya, İspanya, Türkiye hatta belki de Almanya ve Rusya'nın üstünde yer alamayacak Sırbistan'ın gideceği yolun uzunluğunu tıpkı son 2 turnuvada olduğu gibi takım olarak yıldızlaşması sağlayacak. Ancak kritik nokta; (ki bence bu grupta yer alan tüm iddialı takımlar için altın kural) ilk turda Avrupa Birliği Kurucular Meclisi gibi olan gruptan 4 galibiyet çıkartmaları gibi duruyor. Eğer Fransa, Almanya, İtalya maçlarından 2 galibiyet çıkartamazlarsa çapraz eşleşme onlar açısından can sıkıcı hale bürünebilir.

Yazının başına dönersek Sırbistan'ı bir kulüp olarak düşünmüştük; dar bütçeli (8 milyon nüfus) ama alt yapısı sağlam bir Anadolu Kulübü bir de Türkiye'yi kulüp olarak düşünün; Avrupa'nın en büyük bütçesine sahip 80 milyon (bütçe-nüfus ilişkisi) İstanbul'un 3 Büyüğü gibi.. Şimdi bir de hemen her maçta, özellikle de üst düzey maçlarda İstanbul'un 3 Büyüğü'nden biri olan takımın hemen her branşta Anadolu Kulübü'nün gerisinde kaldığını hatta çoğu branşta rakip dahi olamadığını düşünün...O zaman hep beraber yönetim istifa...

Adnan Onaran

30 Ağustos 2011 Salı

Eurobasket 2011 Almanya İncelemesi

0 yorum

Dirk Nowitzki. Almanya incelemesine sadece bu iki kelimeyi yazdıktan sonra altına “Risk budur” diye not düşsem, kimsenin itiraz edeceğini sanmam. Klişe Alman disiplini muhabbetinin üzerine Nowitzki’nin koyduğu insani şartları zorlayacak performanslar,  son 10 yılda Almanya’nın uluslararası arenadaki bütün başarılarının mimarı. Ancak 1999’dan itibaren Almanya’nın katıldığı 7 turnuvanın hepsinde en ağır yükü çeken, oyuncuların genelde yıpranmamak için dinlenmeyi tercih ettiği yaz dönemlerinde dahi Alman milli formasıyla Eylül ayında boy göstermekten çekinmeyen Nowitzki için; Litvanya’daki şampiyona belki de artık yolun sonu. Bir yazı dinlenerek geçirmenin ne kadar çok şeyi değiştirebileceğinin farkına, 3 yazı boş geçirdikten sonra kazandığı NBA şampiyonluğuyla varan Dirk’ün bu turnuvada boy gösterecek olmasının arkasındaki en önemli sebep ise alınacak bir Olimpiyat vizesi ve 2012’de gelebilecek bir madalya isteği. Bu defa kendisine daha önce hiç sahip olmadığı kadar yakın seviyede bir yardımcısı da var; ancak depoda kendisi adına Haziran ayında başlayan peri masalını Eylül’ün sonuna dek sürdürecek benzini var mı? Almanya adına sorulması gereken en önemli soru önceki cümle.
-
Chris Kaman’la güçlenen Tibor Pleiss, Jan Jagla ve Tim Ohlbrecht’li alternatifli uzun departmanında fazla sıkıntı çekmeyecek olan Almanların derdi kısalar. Saç tıraşını geciktiren ilkokul çocuğu görüntüsündeki Steffen Hamann ile bir gün 30 atıp ertesi gün potayı göremeyen Heiko Schaffartzik’e çember altında Kaman ve Nowitzki’nin bulunduğu bir takımı emanet etmek, milli takım zorunluluklarından kaynaklanmasa kolaylıkla cinayet olarak nitelendirilebilir. Tüm bunların ışığında Almanya’dan şampiyonada guard’ların günlük performansları doğrultusunda dalgalanacak bir performans görmek, turnuva öncesi beklentiler arasında kendine çok rahat yer ediniyor. Hamann’dan değil ama Schaffartzik’ten önemli maçlarda gelecek 1 ya da 2 iyi performans, takımın turnuvadaki kaderiniyse baştan aşağı değiştirebilir.

Öte yandan, Nowitzki ve Kaman’ın henüz kadroya katılmadığı dönemde oynanan İzmir’deki Spor Toto World Cup’ta Almanlar kısıtlı malzemeyle iyi sinyaller vermedi de değiller. Hem Sırbistan’ı, hem de Türkiye’yi yendikten sonra Ukrayna’ya karşı yedeklerle alınan mağlubiyet bir şey ifade etmiyor. Özellikle Tibor Pleiss’ın bizim maçta aldığı sorumluluk ve oyuna yabancı görünmemesi önemli; ancak Pleiss’ın boyu 2.16 ve dramatik bir mutasyon geçirmediği sürece kısa sorununu çözecek olan isim o olmayacak. Hazırlık döneminde kaybettikleri diğer 2 maç ise Finlandiya ve Yunanistan karşısında. Kampa başladıktan kısa sure oynadıkları ve bu kadronun ilk defa beraber sahaya çıktığı Finlandiya maçı Almanlar hakkında önemli ipuçları vermese de, Yunanistan karşısındaki farklı mağlubiyetin Nowitzki ve Kaman’ın aralarında bulunduğu bir oyuncu grubuyla gelmiş olması düşündürücü. Nowitzki 14’te 4’le oynadığı maçta NBA sezonunun yorgunluğunu atamadığını hissettirdi ve Kaman da yarısından fazlasını sakat geçirip sadece 32 maça çıktığı sezonun ardından hala fit değil. Farklı noktalara parmak basmak nafile aslında. Burada da aynı kapıya çıkıyoruz. Nowitzki ve Kaman dışındaki bütün oyuncular gelecek sezon bir Alman takımının formasını giyecekler. Alman liginin seviyesi ve son yıllarda ev sahipliği yaptığı en önemli yabancıların dahi kalitesinin  İspanya, İtalya, Yunanistan, Türkiye ve hatta Fransa gibi liglerin iki-üç kademe altında olması Euroleague takımlarının aldıkları sonuçlarla da kendini gösteriyor. Bir numaralı oyuncu kalitesinin turnuva standartlarının çok üzerinde olması; ancak rotasyonun içerisindeki 7-8 oyuncunun vasatlık çizgisiyle dans etmeleri birbirini nasıl dengeleyecek, Almanya’nın kaderini belirleyecek faktör bu.


Mevcut kadro yapısında koç Bauermann’ın üzerine düşen rol çok açık. Eldeki oyuncuların hücumdaki kısıtlılığını Nowitzki’yi en verimli şekilde kullanarak mümkün olduğunca örtmek ve savunmada top geçiren ama adam geçirmeyen bir dinamizmi sürekli kılmak. Kağıt üzerine yazması kolay görünen bu iki maddeyi saha içinde uygulaması kolay olmasa da Almanya, Nowitzki’siz geçirdiği son 3 yılda bu tip bir organizasyonun temellerini atmakla uğraştı. Oyuncular da kısıtlı özelliklerinin farkında olacaklar ki, savunmada mümkün olduğunca fazla efor sarfediyorlar ve Bauermann’a bu konuda yardımcı oluyorlar.  Bu da önemli bir şans. Hazırlık döneminde Sırbistan’ı 58 sayıda tutarak yenen, Yunanistan’a yenilmesine rağmen 69 sayı yiyen ve milli takımımızı iki maçta da mağlup edip, bunların birinde 52 sayıda tutan Almanya’da kısaların Nowitzki ve Kaman’ı verimli kullanmaları, onları turnuva şablonunda belirli bir noktaya kadar götürecektir. B Grubu’nda Sırbistan ve Fransa’nın bir adım arkasında olsalar da, oyun yapıları itibariyle İtalya önünde 3.’lük için favoriler ve 2. tur biletini alma yolunda bir hayli şanslılar. 2. turdan sonra yola devam etmeleri kolay görünmese de, 12 kişilik kadroya bakıp Dirk Nowitzki ismini gördükten sonra bu takımın üzerini herhangi bir şekilde çizmek mümkün değil. Şu satırı yazarken bir yandan da 2001’deki Almanya-Türkiye yarı finalini izliyorum. Avni Küpeli de beni onaylar şekilde konuşuyor, şimdi onlar düşünsün.

http://twitter.com/sannti

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Eurobasket 2011 Yunanistan İncelemesi

0 yorum

Birbirine bu kadar çok benzemesine rağmen tarihin getirdikleriyle coğrafyanın iki düşman ülkesi olan Yunanistan ve Türkiye'nin ortak bir noktası var; sözkonusu ulusal bir şampiyona olduğu zaman hayat durur ve tüm ülke buna kilitlenir. Ama onların bizden bir farkı daha var. Sözkonusu basketbol şampiyonası olduğu zaman ayrı bir konsantrasyona bürünüyorlar. 2006'da ABD karşısında yazılan tarihin ardından finalde Pau Gasol'süz İspanya karşısında altına uzanması beklenirken farklı mağlup olarak gümüş madalya sahibi olan Yunanistan o günden sonra bir şekilde bugüne kadar tüm organizasyonlarda zirveden fazla uzaklaşmamayı başardı. Ta ki geçtiğimiz sene ülkemizde yapılan 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası'na kadar. Küçük hesaplarla ABD'den kaçmak isterken yine İspanya'nın kucağına oturan Yunanistan çeyrek finale kalamadan elenerek milenyumda hem derece, hem de itibar anlamında dibi de görmüş oldu. Ama tehlike henüz geçmiş değil...

Papaloukas, Diamantidis ve Spanoulis gibi üç guarda sahip olan Yunanistan'ın bu bölgede sahip olduğu değeri sanırım ancak "Ortadoğu, dünya ve petrol" üçlemesiyle anlatmak mümkün olabilir. Sadece bir tanesinin varlığı bile başta Litvanya ve Türkiye olmak üzere birçok ülkenin kaderini değiştirebilecekken üç değerli oyun kurucunun birden mavi beyaz formayı giymesi adaletin terazisinde dengesizliklere yol açıyordu ki bu sene üçünden birden mahrum kalacaklar. Papaloukas ve Diamantidis'in milli takımı bırakması, Spanoulis'in de sakatlığı sebebiyle kadrodan çıkarılması koç Zouros'un o bölgeye üç tane yetenekli ama lider olmaktan uzak oyuncuyu monte etmesini zorunlu kıldı. Siena'da son yılları daha çok backup point guard olarak geçiren Zisis bu sene Calathes'le birlikte Yunanistan'ın dümenini çeviren en önemli iki isim olacak. Panathinaikos'la çok iyi bir sezon geçiren ve Spanoulis'in gidişi sonrası o bölgeyi beklenenden çok daha iyi doldurarak Avrupa şampiyonluğunun mimarlarından biri olan Nick Calathes, Yunanistan'ın ulaşacağı noktayı doğrudan belirleyen isimlerden biri olacak. Yetenekleri tartışılmaz olsa da son yıllarda aldığı sorumluluk giderek azalan Zisis için de bu şampiyona yeniden yükselip kendini bulması için bulunmaz bir nimet. Çünkü saha kenarındaki sandalyede veya ensesinde asla Papaloukas, Diamantidis ve Spanoulis'in nefesini hissetmeyecek. Bu sefer asları dinlendiren değil yedeklerin dinlendirdiği oyun kurucu olacak. O görevi ise takımda Xanthopoulos ve Sloukas devralacaklar. Hareketli, penetreyi seven ama üçüncü guard olmaktan öteye gitmesi zor görünen isimler olarak oyunda oldukları sürelerde Yunanistan'ın temposunun artması veya başka bir deyişle Zouros'un tempoyu değiştirmek istediği anlarda bu isimlere başvurması muhtemel.

Yunanistan'ın bu turnuvada en çok sıkıntı çekeceği nokta eksiklerin aksine 1-2 numardaa değil 3 numarada ve skor üretiminde olacak. As kadrodaki önemli eksiklerden biri olan Perperoglou'nun yanı sıra yukarıda saydığım şeytan üçgeni (Papaloukas'ı sadece oyunun sıkıştığı anlarda bu kategoriye ekleyebiliriz) Yunanistan'ın skor yükünü üstlenen isimlerden oluşuyordu. Bunların yokluğunda o bölgenin yükü şu an için öncelikli olarak Papanikolaou'nun üzerinde olacak. Olympiakos'ta katkı veren oyuncuyken bir anda milli takımı sırtlamak her genç oyuncunun üstesinden gelebileceği bir iş değil ama turnuvaların yıldız potansiyellerini cilalamaktaki etkisi de bu noktalarda ortaya çıkıyor. Yunanistan'ı sırtına alabilecek bir Papanikolaou sadece kendi pazarını yükseltmekle kalmayıp kahraman yaratmayı seven Yunanlar için yeni bir Leonidas adayı olabilir. Papanikolaou ile birlikte Bramos da sürpriz skorer olarak Zouros'un alternatiflerinden biri olarak benchte olacak. Daha çok çizginin gerisinden skor üretmeyi seven Bramos zaman zaman x faktör olabilecek yetenekte. Hep geri planda kalan Vasileiadis de 2 numarada Yunanistan'ın en önemli skor silahlarından biri olacak. Hazırlık maçlarında çift hanelere sık sık çıkan Vasileiadis, Bramos gibi dış şutu seven ama ondan çok daha istikrarlı bir atıcı. Özellikle çaprazda ve dip çizgide Vasileiadis'i boş bırakan takımların kaderine razı olması gerekiyor. Alev aldığı zaman karşıdaki her takımı tek başına yakabilecek bir şutör Vasileiadis.

12 kişilik kadroya bakıldığında takımda lider olarak iki isim ortaya çıkıyor; Fotsis ve Bouroussis. Sezon sonuna doğru milli takımı bıraktığını açıklayan ancak daha sonra geri dönen Bouroussis hazırlık maçlarının büyük bölümünde Fotsis ile ilk beşte başladı ve her iki oyuncu da klasik uzun özelliklerinin dışına çıkan meziyetleriyle fark yarattılar. Belki de Yunanistan'ın sahip olup da kullanamadığı PG çeşitliliği yerini bu turnuvada mobil uzunların yarattığı farka bırakabilir. Orta mesafe şutun hem bir zorunluluk, hem de altın değerinde bir yetenek olduğu Avrupa basketbolunda dış atışlarda bu kadar başarılı olan Fotsis ve fizik gücüne rağmen hem orta mesafe, hem de dış atışlarda başarılı olan Bouroussis Yunanistan pota altını farklı kılan iki isim olacak. Sadece atmakla kalmayıp savunmada sertlik koyabilen ve ribaundlarda da kuvvetli olan bu ikili aynı Zisis - Calathes ikilisi gibi Yunanistan'ın kaderini belirleyecek diğer ikili olacaklar. Uzunların içinde Koufos boy avantajıyla, Mavroeidis savunma, Kaimakoglou da hücumdaki cesur tercihleriyle mütevazı Yunanistan kadrosunun benchteki diğer isimleri olacaklar. Yunanistan pota altındaki en belirgin eksikliğin Schortsanitis olduğunu söylemeye ise bir çift sağlıklı göze sahip hiçbir insan için sanırım gerek yok. Kız arkadaşıyla ilgili sorunlarını mazeret olarak gösteren Sofo, bu yaz milli formayı giymeyi reddeden diğer demirbaşlardan biri...

2010 hezimeti sonrası Kazlauskas tercihine son veren Yunanistan savunma kimliğiyle öne çıkan Zouros'u milli takımın başına getirdi ve beyaz bir sayfa açmaya karar verdi. Ama eminim Zouros da dahil hiç kimse bu kadar önemli ismin aynı anda eksik kalacağını tahmin etmemiştir. Yine de hazırlık maçlarında ortaya konan oyun Yunanistan'ın eksikleri avantaja dönüştürmede çok da zorlanmadığını gösteriyor. Özellikle Spanoulis ve Sofo gibi yüksek egolu isimlerin yokluğu savaşmayı seven 2011 Yunanistan'ı için önemli bir avantaj olabilir. Yine de bir Diamantidis bu Yunanistan'a hiç fena olmazdı. Şu an net bir lider eksiği olan Yunanlar Diamantidis'in önderliğinde bu turnuvada beklenenin çok ilerisine gidebilirlerdi. Şimdi ise yapacakları eminim kendi ülkelerinde bile ilk olarak "Canınız sağolsun" cümlesiyle karşılanacaktır. Tampoyu elinde tuttuğu ve hücumda zorlanmadığı her maç Yunanistan hanesine bir galibiyet olarak yazılabilir çünkü savunmada 2010'a göre çok daha istekli ve gayretliler. İlk 8'in dışında kalsalar sürpriz olmayacaktır çünkü bu kadar ciddi kadrolarla gelen ülkeler karşısında Yunanistan seviye yükseldiği andan itibaren yaratıcılık anlamında zorluk yaşayabilir. Yunanistan için Olimpiyat vizesi almak ciddi bir başarı olacaktır diye düşünüyorum. Ama oyunlarının keyif vereceği kesin...

Maliano

Eurobasket 2011 Fransa İncelemesi

0 yorum

2005’te o dönemdeki adıyla Sırbistan & Karadağ’da yapılan şampiyonada kazanılan bronzdan bu yana katıldığı turnuvaların üçünde çeyrek finalde elenen, birinde ise çeyrek finali dahi göremeyen Fransa, bu defa o eşiği aşmak için Litvanya’ya geliyor. Ellerinde madalya için yeterli malzeme yok değil; ancak bu malzemeyi yoğurma konusunda yıllardır yaşadıkları sıkıntıyı bu yaz atlatacaklarına dair bir delil şimdilik yok. Eurobasket 2005’in ardından çift yıllardaki turnuvalarda dinlenip, genelde Avrupa Şampiyonalarına katılmayı tercih eden takımın en önemli kozu Tony Parker yine kadroda; Batum ve Diaw gibi NBA’ciler de bu yaz yine takımla birlikte olacak. Ancak 2011 yazının Fransa adına en çok göze çarpan ismi Les Bleus formasını ilk defa giyecek olan Joakim Noah. New York doğumlu Noah’ın Fransa’yla bağı babası eski Fransız tenisçi Yannick Noah’a dayanıyor. Ibaka stili bir devşirme diyemeyiz; ancak en az onun kadar önemli bir ekleme olduğunu es geçmemek gerek. Aynı Mickael Pietrus gibi, turnuvayı sakatlığı sebebiyle kaçıracak Ronny Turiaf’ın yokluğunda, Noah’ın bu yaz alacağı rol Fransızları pota altında Ali Traore’ye mahkum kalmaktan kurtarması açısından da oldukça önemli olacak.

Takımın diğerlerinden bir, hatta iki adım öne çıkan oyuncusu elbette ki Tony Parker. Bu kadar isimli oyuncunun bulunduğu bir takımda hücumda sadece 9 numaranın eline bakılması Fransa’nın biraz şanssızlığı, biraz da yaratıcı oyuncu yetiştirme konusundaki eksikliğindan ileri geliyor. Tony Parker’ın San Antonio formasıyla geçirdiği iyi sezonun ardından Litvanya’ya geliyor olması da Fransa adına önemli bir güvence. Aynı zamanda Spurs’ün play-off’larda yaşadığı hayal kırıklığının ardından Parker alışılanın aksine fazlasıyla dinç bir şekilde takıma katıldı ve tüm hazırlık dönemini takımla beraber geçirdi. Onun yaratıcılığı ve skor potansiyeline artık ağır derecede bağımlı halde olan ve Parker’sız sudan çıkmış balığa dönen bir takımın parçası olacak olması, Parker’ın önemini arttırmaktan öteye gidemiyor.

Fransa’nın yıllardır NBA’e en çok oyuncu veren ülkelerden biri olmasına rağmen ulusal bazdaki turnuvalarda istenilen başarıyı nadiren yakalamasının sebeplerinden biri de yetiştirilen oyuncuların büyük çoğunluğunun stil olarak birbirlerinin karbon kopyaları olması. Söz konusu Sırbistan, Hırvatistan veya Slovenya olduğunda fabrikalardaki üretim bantları sıkıntı yaratmıyor olabilir; ancak Fransa’daki yırtıcı, atletik, savunmacı ama hücumda pasif oyuncu bolluğu “yeter” dedirtecek cinsten. Joakim Noah, Nicolas Batum, Ronny Turiaf ve Mickael Pietrus nüanslar dışında bir oyuncak bebeğin farklı boyutlarda üretilmiş versiyonları gibi. Batum ve Pietrus’un klasik atlet siyahi oyuncu profilinin dışına az da olsa çıkmayı başararak oluşturdukları üç sayı tehdidi onları az da olsa farklı kılıyor. İşin kötüsü Mickael Pietrus da Turiaf gibi sakatlığı sebebiyle turnuvada yok. Batum’un üç sayı denemelerinin çoğu da yaratma işi sadece Parker ve Diaw’a kaldığından genelde zorlama pozisyonlarda geliyor.

Diaw’ı yaratıcı olarak Parker’ın yanına koymak, şimdi düşündüm de, ancak Diaw’a yapılmış kibarlık olarak nitelendirilebilir. Yıllardır vaktini fitness çalışmaktan ziyade donut’larla baş başa harcamaya ayıran Diaw, onu NBA’de MIP yapan çok yönlü point-forward rolünden bir hayli uzak artık. Koç Vincent Collet de bunun farkında ki, hazırlık maçlarında takımın fit ve yaratıcı tek oyuncuları gibi görünen iki Point Guard Parker ve De Colo’yu ilk beşte denemeyi tercih etti. Valencia’la oldukça iyi bir sezon geçiren De Colo Euroleague’de Final Four’u son ana kadar zorladıkları bir yılın ardından güvenini tazelemiş ve tecrübelenmiş bir şekilde milli takıma dönüyor ki Parker’la yan yana oynayacak olması da farklı özelliklerini ön plana çıkarması için ona bir şans tanıyabilir.

 
Sahaya çıkacak kaliteli beş oyuncusu bulma konusunda fazla sıkıntı yaşanmayacak gibi dursa da, Fransız bench’i pek parlak değil. Yazı içerisinde bahsi geçen fabrikadan çıkma tipte diğer oyuncular Ali Traore ve Florent Pietrus, kağıt üzerinde bench’ten dinamizm getirmesi beklenen oyuncular; ancak bench katkısının daha büyük önem taşıdığı sayı departmanına destek verebilecek potansiyeldeki tek oyuncu Michael Gelabale. NBA’deki son Fransız mamülü Kevin Seraphin de henüz bir proje ve bu seviyede katkı vermesi için işler onun adına beklendiği gibi gitse dahi en az 2-3 yıl gerekiyor. Fransa şampiyonu Le Mans’dan Charles Kahudi, 2010 20 yaş altı Avrupa Şampiyonası’nın MVP’si Andrew Albicy ve adını telaffuz etmekte Fransız dil bilimcilerinin bile zorlandığı rivayet edilen Steed Tchicamboud ise 12 kişilik kadroyu tamamlayan diğer oyuncular. Parker-De Colo ikilisini yedekleyecek gibi görünen Albicy’yle birlikte Kahudi de forvet rotasyonunda Batum ve Gelabale’in alternatifi olacak.

Önceki turnuvalardan taşıyarak getirdikleri saha içi organizasyon sıkıntısı ve bu yaz yaşanan sakatlık problemleriyle birlikte, adeta ölüm grubuna düşmüş olmaları da Fransa’nın işinin kolaylaştırmıyor. Hazırlık maçlarının en iyi takımı (9-1) olarak göze çarpmaları ise aldatıcı. Zira oynadıkları takımlar arasında seviyelerine yakın gözüken 3 takımdan İspanya’dan fark yemiş, Sırbistan’ın yedeklerini ise zorla yenmiş olmaları hoş değil. Hazırlık maçları ölçü değil klişesine inanan biri olarak bunun sadece hazırlık maçlarını kötü geçiren takımlar için değil, iyi performans gösterenler için de geçerli bulduğumu burada ekleyeyim. Sırbistan’ın favori olduğu B Grubu’nda İtalya, Almanya ve Fransa kalan iki 2.tur vizesi için en büyük favoriler; ancak İsrail ve Letonya da olası bir konsantrasyon kaybından kolaylıkla faydalanıp can yakarak grubun kaderini değiştirebilecek düzeyde ekipler. İlk turda da elense, finale de çıksa şaşırtmayacak olan Fransa’nın grubu Letonya maçıyla açıyor olması halen sistemi oturtma yolunda olduklarından önemli avantaj. Alınacak farklı bir galibiyetle yola başlamak liderliği getirebileceği gibi, olası bir kaza onları hiç akıllarından geçirmedikleri bir yola da sürükleyebilir. O yolun sonu ise biraz bizimle de alakalı. Vincent Collet’nin bu turnuvada da beklentileri karşılayamaması işini kaybetmesi anlamına gelebilir ki öyle bir durumda o mevki için en büyük aday muhtemelen fazlasıyla yakından tanıdığımız bir isim olacak. Fransa’yı desteklemek ya da desteklememek ise tum bu donelerden sonra artık size kalmış…

Savaş BİRDAL

28 Ağustos 2011 Pazar

Kirilenko: "İki Ekmek Al Gel Nissim"

1 yorum



İsrail'de geçen hafta oynanan hazırlık maçında Kirilenko Nissim'i acımasızca bakkala gönderiyor. Bu görüntüyü paylaşmasam gece rahat uyuyamazdım.

Eurobasket 2011 Litvanya İncelemesi

0 yorum

Ekol kelimesiyle yan yana kullanıldığında sırıtmayacak nadir ülkelerden biri olan Litvanya, en son 2003’te kazandığı Eurobasket’te en iyi ihtimalle aynı başarıyı tekrar etmek, en kötü ihtimalle ise Olimpiyat elemelerine vize almak amacıyla önümüzdeki 1 ay boyunca 23 takımı ağırlayacak. Basketbolun milli spordan da öte bir olgu olduğu Litvanya’da bu yaz tüm gözler bu takımın üzerinde. Ancak 2003’te kazanılan turnuvadan bu yana Litvanya adına çok şey değişti ve çok şey, kağıt üzerinde beklendiği şekilde ilerlemedi. 2003 kadrosunun ana parçalarından Jasikevicius, Siskauskas ve Macijauskas üçlüsünden bugün elde kala kala perte çıkmasına az kalmış bir Saras kaldı. Siskauskas’ın yaş haddinden emekli olması doğal olabilir; ancak eminim ki Litvanyalıların Macijauskas’la ilgili planı basketbolu 30 yaşını göremeden bırakması değildi. Jasikevicius’un uzun süre sonra milli takım formasını giymediği ilk turnuva olan Eurobasket 2009’da alınan 11.’lik Litvanyalıların içini fazlasıyla burkmuş olacak ki, bu defa Saras’ı takımın lideri olarak turnuvaya getirmek için ellerinden geleni fazlasıyla yaptılar ve başarılı da oldular. 2009’daki bunalımı atlatlamarıysa fazla uzun sürmedi ve bu yaz Litvanya milli takımına karşı oluşan yüksek beklentinin en önemli sebebi, 2010’da olağandan farklı bir kadroyla aldıkları sürpriz üçüncülük ve oynadıkları basketbol. Şimdi bu üçüncülüğün üzerine koyma zamanı; ancak eldeki kadronun üzeri önceki turnuvaların aksine soru işaretleriyle dolu.

Litvanya’nın en büyük sorunu guard rotasyonu. Bu cümleyi 5 sene önce kurmak darağacına tek gidiş bilet alma sebebi olabilirdi; ancak Sarunas Jasikevicius artık 35 yaşında ve ayakları daha önce hiç olmadığı kadar yavaş. Hücumda yapmasına alışık olduğumuz şeyleri daha düşük verimle yapmaya devam etse de, savunmada rakip guardlar etrafında daireler çizerek ilerliyorlar ki bu savunma sertliğini oturtmanın hedefler arasında öncelikli olduğu ev sahibi için facia anlamına geliyor. Saras’ın 35 yaşında 1 numaralı opsiyon olmasının sebebi ise arkasından ona yaklaşmayı geçtim, 2 km’den bile takip edebilecek bir guard yetiştirememiş olmaları. Bir nevi Kerem Tunçeri. Bizde olduğu gibi Litvanya’da da uzunları tek tek değil kepçeyle seçebiliyorsun; ancak iş guard’a geldiğinde savunmada 5’e 4 bırakan Saras’ın tek alternatifi hücumda 5’e 4 bırakan Kalnietis. Hazırlık maçlarında zaman zaman fena performanslar sergilememiş olsa da, Kalnietis’in güvenilecek bir el olması için Asterix’in sihirli iksirinden içmesi ya da toptan kazana düşmesi gerek. Kemzura öncelikle savunmayı sağlama almak isteyeceği için Kalnietis’i ilk beşte kullanabilir; ancak bu da Sarunas Jasikevicius’un bu takımın saha içi ve dışındaki lideri olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.
Sakatlık da bu yıl Litvanyalıların canını yakacak gibi. Linas Kleiza, müthiş geçirdiği 2009-10 sezonunun ardından Dünya Şampiyonası’nda patlama yapınca, genç ve dinamik Litvanya takımının yeni lideri olarak kabul görmüştü. NBA’e de Toronto formasıyla tekrar adım atan Kleiza için 2010-11 sezonu bir önceki sezon kadar parlak geçmedi. Toronto’daki karmaşanın içinde dönem dönem forma şansı bulmakta dahi zorlanan Kleiza, Şubat ayında geçirdiği diz ameliyatının ardından sezonu kapattı ve Litvanya’yı en önemli kozundan yoksun bıraktı. Kısa rotasyonunda zaten sıkıntı yaşayan koç Kemzura’nın işini bu sakatlık iyiden iyiye zorlaştırdı ve şimdi Simas Jasaitis’e mahkum bir turnuva geçirmek zorundalar. Jasaitis bir zamanlar vaat ettiği potansiyele hiçbir zaman ulaşamamış; ancak “genç kızların sevgilisi” kontenjanından kadroda banko yer bulan bir oyuncu. Bench’te olmasına hayır demeyeceğiniz tiplerden olsa da 3 numarada 1. Opsiyon olarak Jasaitis’le turnuvaya başlamanın 1 yıl önce Kemzura’nın aklındaki düşünce olduğunu kimse iddia edemez. Öte yandan, sakatlıklardan bahsederken bu sebeple kadrodan çıkarılan Darjus Lavrinovic’e de bir parantez açmak gerekli mi, ona emin değilim. Söz konusu bu Litvanya kadrosu olunca, şu uzun bolluğunda Darjus kimsenin umrunda değil. Kıskançlıktan kardeşi Ksystof’u öldürüp yerine geçer mi, onu ancak turnuvada bittiğinde Litvanya formasıyla oynamış olan Lavrinovic’in üçlük yüzdesine baktığımızda anlayacağız.

Kısa rotasyonunun Jasikevicius’tan sonraki en rütbeli ismi Rimantas Kaukenas. Kaukenas aynı zamanda Jasikevicius’un mevki olarak olmasa da işlev olarak kadrodaki en önemli alternatifi, bir nevi gizli özne. Kalnietis’in sahada olduğu dakikalarda oyunun Kaukenas üzerinden şekil almasını ve ikili oyunları onun yönetmesini bekleyebiliriz. Kaukenas da Saras gibi 2008’deki Pekin Olimpiyatlarından sonra ilk defa takımla olacak; ancak söz konusu bu kadar tecrübeli iki oyuncu olduğunda uyum sorunu yaşanması düşük ihtimal. Zalgiris’te bu sezon parladıktan sonra Real Madrid’e transfer olan Martynas Pocius da Litvanyalıların güvendiği bir diğer isim. Her izlediğimde bana Sinan Güler’i hatırlatan Pocius da aynı Sinan gibi pis işlerin adamı ve her eve lazımlardan. Eski takım arkadaşı Zalgirisli Delininkaitis’le birlikte bench’ten gelerek sorumluluk almak gibi bir görevleri olacak vebu turnuvada Litvanya adına rol oyuncusu sıfatını üstlenecekler. Litvanya’nın ana parçalarında sorunlar olsa da söz konusu rol oyuncusu olduğunda sıkıntı yaşayacaklar gibi durmuyor.
-
Uzun rotasyonuna bir göz attığımda gördüğüm bolluk gözleri yaşartan cinsten. Spacing denilince Avrupa’da akla gelen sayılı isimlerden, Lavrinoviclerin hası Ksystof, bu sene Galatasaray formasıyla izleyeceğimiz Darius Songaila ve bir diğer 4 numara Paulius Jankunas, sertlik kelimesinin sözlükteki karşılıklarından Robertas Javtokas, Ergin Ataman’ın son göz ağrısı Petravicius ve Litvanya’nın yeni umudu, altın çocuk Jonas Valanciunas. Bu rotasyonun en hazırı olmasa da en farklısı ve en göze çarpanı kuşkusuz Valanciunas. Turnuva boyunca özellikle yabancı medyada Valanciunas-Enes karşılaştırmalarını çokça okumaya hazırlıklı olmak gerek. Bu kalabalık uzun rotasyonunun arasından kendi pozisyonunu yaratabilecek ve bitirebilecek bir oyuncu göze çarpmıyor olsa da, milli marşının adının “pick and roll” olduğunu düşündüğüm bir ülke bu sorunu ikili oyunun dibine vurarak muhtemelen atlacaktır. Hazırlık maçlarında ciddi olmayan sakatlıklar geçiren Javtokas ve Songaila da turnuvaya hazır olacak, bu da Litvanya adına iyi haber.

Litvanya’nın bu turnuvada belirgin bir şekilde hissedeceği en büyük avantaj elbette ki ev sahibi olmaları. Türkiye’de bile en basit tabirle “çılgın” topluluklar karşısında oynadığını gördüğümüz Litvanya’nın turnuva başladığı gün nasıl bir atmosferi arkasına alarak sahaya çıkacağını şu an ancak hayal edebiliriz. 2010’daki nispeten genç takım için seyirci baskısının ters tepmesi gibi bir risk kağıt üzerinde mevcuttu; ancak Jasikevicius, Kaukenas ve Lavrinovic gibi ağır topların katılımıyla bu olasılık artık düşük. Seyirci desteğinin etkisinin olumlu olacağını varsayarak, A Grubu’na favori İspanya’nın ardından Türkiye’nin bir adım önünde başlıyor turnuvaya Litvanya. Bu üçlü arasında oluşacak herhangi bir sıralama şaşırtmayacak olsa da, Türkiye-Litvanya maçının 2.’lik için en kritik karşılaşma olacağını öngörmek mümkün. Yılın 365 günü basketbolla yatıp kalkan Litvanya için bu turnuva bir milli mesele ve ortaya her şeyini koyacak bir Litvanya milli takımının oluşturduğu tehlikeyi göz ardı edebilmek cesaret gerektiriyor. Saras ve arkadaşları 8 yıl sonra Avrupa’nın zirvesine tekrar oturabilir mi, bunu ise zaman gösterecek.

Savaş BİRDAL

Orhun Ene'den İzzet Sinyali

1 yorum


Görüntüler sene başında Orhun Ene ile yaptığım ama tembellikten bir türlü yayınlayamadığım röportaja ait. Banvit ağırlıklı röportajın bir bölümünde Orhun Ene'nin sahneye çıkardığı gençlerle ilgili bir soru sormuştum ve koç da Türkiye'de koçların gençlere olan bakışını yerle bir eden çok önemli sözler sarfetmişti. Gündem İzzet olunca bu bölümü özellikle koymak istedim. Gençlerin son 1-2 dakikadaki değersiz sürelerde değil de önemli anlarda kullanılması ile ilgili sözleri çok dikkat çekici. Özellikle bu günlerde İzzet'i seçip seçmeyeceği ile ilgili soru işaretlerine ışık tutabilir. Son tercihi ne olur bilinmez ama bu sözlerden sonra İzzet'in Litvanya'ya gitmesi sürpriz olmayacaktır. Orhun Ene İzzet'i götürürse alacağı riskin de sonuna kadar farkında.

Eurobasket 2011 İspanya İncelemesi

3 yorum

Avrupa Şampiyonalarının olağan şüphelisi İspanya, son yıllarda birçok defa olduğu gibi Litvanya’ya da en önemli favori sıfatını taşıyarak geliyor, hem de bu kez daha güçlü bir kadroyla. Oyuncu havuzu her daim derin olan İspanyollar için “daha güçlü” tabirini kullanmak bile Scariolo’nun elinde ne denli kaliteli bir malzeme olduğunu anlatmak için yeterli; ancak kontrolsüz güç zaman zaman güç olmakta sıkıntı yaşadığından, Scariolo’nun sorumluluğu da yabana atılacak cinsten değil.

Calderon ve Pau Gasol’den yoksun bir kadroyla Dünya Şampiyonası’nda çeyrek finale kadar gidebilen İspanyollar, bu yıl olimpiyat aşkına iki oyuncuyu da kullanabilme şansına sahip. Dahası, artık ellerinde İspanyol pota altının en büyük sorunu olan atletizm eksikliğini çözebilecek bir de devşirme, Serge Ibaka bulunuyor. Devşirme politikası etik açıdan sabaha kadar tartışılabilir; ancak saha içi pencereden bakıldığında Ibaka için söylenebilecek tek bir şey var, o da nokta transfer olduğu. Takıma enjekte edilen taze kanın yanında var olan oyuncuların gösterdikleri gelişimler de göz ardı edilmemeli. NBA’in elit pivotları arasına adını yazdıran ve birçoklarına göre ağabeyi Pau Gasol’den iyi bir sezon geçiren Marc Gasol’ün bu sezon yaptıkları apayrı bir yazı konusu olmaya aday. Keza Euroleague’in en iyi beşine girecek kadar önemli bir yükseliş yapan Fernando San Emeterio için de benzer bir durum söz konusu. Diğer kilit oyuncular Rudy Fernandez ve Ricky Rubio ise yapacakları yeni başlangıçlar öncesi yepyeni motivasyona sahipler. Navarro’nun henüz bahsinin geçmemiş olmasının tek sebebiyse kendisinin geçtiğimiz sezon bildiğimiz Navarro olmaktan farklı bir işle meşgul olmuş olmaması.

2010’da Ricky Rubio’nun geçirdiği başarısız turnuva sonrası İspanya’nın en büyük problemi olarak ön plana çıkan oyun kurucu pozisyonu Calderon’un gelişi ve alternatiflerin artmasıyla bu defa daha sağlam gözüküyor. Rubio’nun 2010-2011 sezonunu iyi geçirdiğini söylemek güç; ancak tamamlayıcı role sahip olduğu bu kadroda hücumdan ziyade savunmada yapacağı katkıyla her zaman rakibi yaralayabilecek potansiyele sahip. Koç Scariolo “savunma” kelimesini her sarf ettiğinde, bir köşeye çekilip gizlice ağladığını düşündüğüm Jose Calderon’un en büyük sorumluluğu ise Rubio’nun zorlandığı skora direk katkı mevzusunda takıma farklı bir boyut kazandırmak olacak. Hazırlık maçları itibariyle hangisinin birinci tercih olacağı ise henüz belirsiz. Benchten gelmeyi sorun edecek bir yapıya sahip olmayan Rubio ve geçmişte bu konuda arıza çıkardığını gördüğümüz Calderon ikilisinden Calderon’u ilk beş başlatmak Scariolo’nun kolayına gelebilir. Eldeki iki oyuncuya alternatif olarak rahatlıkla kullanılabilecek Sergio Llull’un da bulunması Scariolo’nun elini kuşkusuz rahatlacaktır.

2-3 numara rotasyonuna bakıldığında Navarro, Rudy Fernandez ve Fernando San Emeterio ilk göze çarpan isimler. Navarro’nun ilk beşteki yeri garanti gibi; ancak 3 numarada formayı kapmak için Fernandez ve San Eme arasında önemli bir rekabet görebiliriz. Olası Calderon tercihiyle benzer bir sebepten burada da Rudy’nin ön plana çıkması beklenebilir. Ancak maça kimin başladığı değil, maçı kimin bitirdiği önemlidir der bir basketbol atasözü ve bu noktada San Emeterio’nun önemi İspanyollar adına çok büyük olacak. Point forward olarak tabir edebileceğimiz San Eme, yaratıcılığıyla İspanya hücumuna guard’ların dahi katamadığı bambaşka bir boyut katabilir ve takımı sıkıştığı anlarda fazlasıyla rahatlatabilir. Rudy Fernandez ve Navarro ise en iyi yaptıkları işi yapmak için bir kez daha bu takımdalar: Skor yapmak. İspanya’nın Claver ve Llull’le destekleyeceği bu kısa rotasyonundan hücumda verim alması değil, almaması büyük sürpriz olacağından, asıl konuşulması gereken nokta savunma. Calderon, Navarro ve Fernandez gibi oyuncuların “size” konusunda yarattığı sıkıntıdan yırtmak için en kısa yol topa baskı. Başarılı olduğunda rakibi darma duman etmesi kaçınılmaz olan bu sistem akıllı hücum eden ve biraz da sert savunma yapan rakipler karşısında sekteye uğrayabiliyor. Bu zaafı kullanarak İspanya’yı raydan çıkarmak, rakiplerin turnuvadaki en önemli kozlarından olacak.

Uzun rotasyonuna için ise olumlu sıfatlar yetersiz kalıyor. Pau Gasol’ü benim anlatmama, sizin dinlemenize gerek yok. Etrafında vasat oyunculardan kurulu bir takımla bile Avrupa Şampiyonası’nda madalya için oynayabilecek bir oyuncu ki bu İspanya’ya vasat dersek çarpılmamız mümkün. Kardeşi Marc Gasol ağabeyini bile gölgede bırakacak bir seviyeye gelmiş, Serge Ibaka da günden güne üzerine koyarken, Avrupa’nın en değerli uzunlarından olan Fran Vazquez’in yokluğunun bahsi bile geçmeyecektir. Bu üçlüye kenardan gelecek Real Madrid'li Felipe Reyes’i de eklerseniz, İspanya’nın asıl gücünün pota altında yoğunlaşmış olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Turnuvaya katılacak takımlar arasında ribaund konusunda İspanya’ya üstünlük kurabilecek tek bir uzun kadrosu bulmak bile mümkün değil. Kısalar atamasa bile uzunların tutabilecek kapasitede olması, İspanyolların her daim belli bir seviyenin üzerinde seyretmesini sağlayacaktır.

Pirelli reklamlarıyla bir neslin dimağında yer edinen “Kontrolsüz güç güç değildir” deyişi şu sıralar Sergio Scariolo’nun rüyalarına giriyor olabilir. Zira 2011 İspanya kadrosunun şampiyonlukla arasında duran tek engel, olası takım içi ego savaşları gibi duruyor. Ego savaşları derken çoğul konuştuğuma da bakılmasın, adres belli (Kızım sana söylüyorum, Calderon sen anla). Scariolo eğer bu şöhretli kadronun kontrolünü elinde tutmayı başarırsa, İspanyollar en kötü yarı final yapacaklardır. Bir veya iki eksik dışında yıllardır beraber oynamaya alışkın bu iskeletin Gasol sahada olduğu sürece saha içinde çözülmesi gereken belirgin bir sorunu yok. Baskıların olası bir başarısızlıkta üzerinde yoğunlaşacağı Sergio Scariolo’ya söylenecek tek bir söz var: Kolay gelsin.

Savaş BİRDAL

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Eurobasket 1939 Hatırası

0 yorum

1939 yılında Avrupa Basketbol Şampiyonası'na evsahipliği yapan Litvanya'da kullanılan bilet twitterda paylaşıldı. 8 ülkenin katılıp lig usulü oynadığı şampiyonanın detayları da burada. Wikipedia'yı dolaşırken ilginç bir ayrıntıya da denk geldim. 1959 yılında Türkiye'de düzenlenen Avrupa Basketbol Şampiyonası'na İran da katılmış. FIBA'nın bugünkü kararlarına şaşırıp kızıyoruz ama demek ki geçmişten gelen bir gelenek bu...

Eurobasket 2011 İlk Tur Canlı Yayın Programı

1 yorum

31 Ağustos 2011 Çarşamba
15:15 İspanya - Polonya (Ntvspor Canlı)
17:45 Türkiye - Portekiz (Ntvspor Canlı)
21:00 Litvanya - Britanya (Ntvspor Canlı)
 
01 Eylül 2011 Perşembe
15:15 Portekiz - İspanya (Ntvspor Canlı)
17:45 Britanya - Türkiye (Ntvspor Canlı)
21:00 Almanya - İtalya (Ntvspor Canlı)
 
02 Eylül 2011 Cuma
15:15 İspanya - Britanya (Ntvspor Canlı)
21:00 Türkiye - Litvanya (Ntvspor Canlı)
 
03 Eylül 2011 Cumartesi
18:00 Yunanistan - Makedonya (Ntvspor Canlı)
21:00 Rusya - Belçika (Ntvspor Canlı)
 
04 Eylül 2011 Pazar
17:45 Polonya - Türkiye (Ntvspor Canlı)
21:00 Litvanya – İspanya (Ntvspor Canlı Veya Bant)
21:00 Almanya - Sırbistan (Ntvspor Canlı Veya Bant) 
 
05 Eylül 2011 Pazartesi
17:45 İspanya - Türkiye (Ntvspor Canlı)
21:00 Sırbistan - Fransa (Ntvspor Canlı)

23 Ağustos 2011 Salı

Avrupa'nın En Güzel Cehennemi Süsleniyor

1 yorum

Gerçek basketbol atmosferi nasıl olur herkese gösterecekler 10 gün sonra. Deplasmanda bile olsa orada olabilmeyi, o atmosferi yaşayabilmeyi çok isterdim.

Barac Posterini Bayinizden İsteyiniz

0 yorum


Link

Smaç güzel, üstelik de hunharca ama smaç sonrası o tripler,o bakışlar falan... Şu hareketler hangi genden kaynaklanıyorsa bilimadamları haritasını çıkarsın da insanoğlundan çıkarıp alalım bir an önce...

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Jagla - Fotsis Tartışmasının Görüntüleri

0 yorum


Link

Kavganın fitili birkaç pozisyon öncesinde ateşleniyor aslında ama o kısımlar görüntüde yok. İnceden itiş kakışlar, dirsekler sonunda patlama noktasına geliyor. Ankara'nın suyunu içen Jagla Fotsis'e "Yavaş la Atina bebesi" demiş olabilir mi?

21 Ağustos 2011 Pazar

Almanya: 64 - Türkiye: 52 (Hücum Etmemeye Yeminli Misun?)

2 yorum

Almanya'daki BEKO Super Cup nihayet sona erdi. Biterken de geriye 12 Dev Adam ile ilgili birçok soru işareti ve Merkel'in Avrupa Birliği konusunda Türkiye'ye çektirmediği kadar sıkıntı bıraktı. Yine ilk iki maçtaki sıkıntılar, bizleri üzen performanslar ve takımımızdan görmeye alışık olmadığımız sahneler miras kaldı.

Daha bir derli topluyduk bugün aslında. İzmir'de komutanları olmadan savaşan Almanya'nın bugün sahada Nowitzki ve Kaman gibi iki kaliteli ismi daha vardı. Zaten sadece skorun sıkıştığı anlarda değil, maçın önemli bir bölümünde de bu iki ismi topla buluşturdular. Kaman hem orta mesafe şutlarıyla, hem de pota altını etkili kullanarak, Nowitzki de herhangi bir basketbolcu için zorlama, kendisi için gayet olağan şutlarıyla tüm maç boyunca etkili oldular. 

Bizde ise yazılmaya değer en önemli sıkıntı top paylaşımındaki verimsizlikti. Topu iyi çevirdiğimiz, sahaya iyi yerleştiğimiz pozisyonlarda potaya daha rahat ve dengeli gittik. Şut yüzdemiz sadece bu maç değil tüm turnuva boyunca kötüydü bu ayrı bir konu ama iyi top çevirip doğru atışı bulduktan sonra bugün kaçan şutlar yarın bir takıma altın madalya kazandırabilir. Yeter ki bu paylaşım düzenli bir şekilde devam etsin. Topu iyi paylaşmadığımız ve hızlı hücum silahını kullanabileceğimiz enerjiyi bir türlü sahaya koyamadığımız için üç gündür çok kötü hücum ediyoruz. Maç başında Ömer Aşık'ın tepede perdelerini kullanarak akılcı şutlar aradık ama maçın geride kalan bölümlerinde aynı şeyi söylemek zor. Zaten tabloya bakınca da bu açıkça görülüyor. 

Şu net olarak anlaşıldı ki Litvanya'da milli takımın üç olmazsa olmazı aynı şekilde devam edecek;
1) Kerem Tunçeri'nin performansından ziyade bizzat sahadaki varlığı ve liderliği,
2) Ersan'ın rakip takımı bozan hareketliliği ve dış şut tehdidi,
3) Hidayet'in maçın dengede olduğu veya geride olduğumuz dönemlerde değil tüm maç boyunca alacağı sorumluluk.

Doğuş'un (kadroda kalacak mı net değil) ve  Ender Arslan'ın oyun kurucu olarak, Sinan'ın (O daha favori ama kesin değil), Emir ve Hidayet'in de zaman zaman o bölgede alacağı dakikaların Kerem Tunçeri'ye alternatif olamayacağı net bir şekilde ortada görünüyor. Şu ana kadarki hazırlık sürecinde ise düşük şut yüzdelerini yaşanmamış bile saysak Hidayet ve Ersan'ın arkasında yaratıcılığını ön plana çıkarmış bir oyuncu yok. Kısacası turnuvada işler yolunda gitmediğinde bir değil bir çok x-factore ihtiyacımız olacak. Umarım bir an önce bu formsuzluğu üzerimizden atar, rakipleri maç öncesi skor gücü ve temposuyla tedirgin eden performansa tekrar kavuşuruz. Hücum sistemimizi oturttuğumuz sürece iş biraz günlük psikolojiye kalıyor. Onun motivasyonunu da skora göre günlük taze yorum yapan medyadaki bazı isimler gayet güzel yapacaktır. Hıncal Uluç çoktan siper almış beyler...

Kaman + Nowiztki vs Ersan + Hidayet


Detaylı istatistikler burada.

ALMANYA (64): Robin Benzing 5 (2 ribaund), Johannes Herber (1 ribaund), Steffen Hamann 3 (1 ribaund- 2 asist), Sven Schultze 11 (3 ribaund), Heiko Schaffartzik 2 (4 ribaund- 5 asist), Tim Ohlbrecht 1 (3 ribaund), Philipp Schwetheim 3, Tibor Pleiss 5 (2 ribaund), Chris Kaman 16 (9 ribaund), Dirk Nowitzki 14 (5 ribaund), Jan Jagla 4 (1 ribaund- 1 asist), Lucca Staiger (1 ribaund)

TÜRKİYE (52):
Cenk Akyol 3 (5 ribaund), Ömer Onan 5 (2 ribaund- 1 asist), Ersan İlyasova 8 (7 ribaund- 1 asist), Semih Erden (2 ribaund- 1 asist), Kerem Tunçeri 4 (1 ribaund- 1 asist), Oğuz Savaş 2 (1 ribaund), Ömer Aşık 8 (6 ribaund), Ender Arslan 3 (1 asist), Enes Kanter 12 (4 ribaund), Hidayet Türkoğlu 7 (2 ribaund), Doğuş Balbay Emir Preldzic (4 ribaund)

Türkiye: 66 - Belçika: 60 (Umutlanalım mı?)

0 yorum

Yunanistan hezimetinin ertesinde Belçika galibiyetiyle morallerin düzeleceği, bir parça da olsa kafileyi beklediğimiz ritme sokacağı tahmin edilen bir durumdu. Galibiyet geldi, birtakım konularda umut ışığı belirdi ama takım hala istenilen seviyede mi dersek bunun cevabı tabi ki hayır. Bir gün önce sahada varolmayan savunma isteği kısmen de olsa geri gelmiş, oyuncular 24 saat önceden derslerini çıkarmışlardı ama hücumda belli dönemler hariç yine alıştığımız seviyenin uzağındaydık. Pota altında Ömer Aşık'ı etkili kullandığımız bölümlerde skor üretirken zorlanmadık ama pas alışverişinde, doğru şutu bulmada hala dipteyiz. Hatta öyle ki üçüncü periyodda 5-6 dakikalık bir sürede hücumda iflas edip geriye düştük. 

Bazen sahada öyle bir milli takım oluyor ki bu oyuncuların arasında bizlerin uzaktan bilmediği bir problem, bir saha içi kopukluk mu var diye düşünmeden edemiyorum. Oysa ki takım %90 geçen seneki takım, eklenen sadece 1-2 oyuncu var. Onlar da zaten çok genç, bu yaşta takım içinde huzursuzluk çıkarma ihtimalleri yok ve zaten büyük ihtimal final kadrosunun dışında kalacaklar. Ayrıca ülke olarak böyle bir kaosu, böyle bir kopukluğu bir kere yaşadık. İkinciye kimsenin zaten tahammülü olamaz. Öyleyse bunu ancak formsuzlukla ve ısınma süreciyle açıklama şansımız kalıyor. Milli takım bir kaç kadrolu oyuncu hariç kaliteli isimlerden oluşuyor ve zaman zaman bazılarını formsuz olma lüksü var. Ama şu anda takım bütünüyle formsuz ve psikolojik olarak sahaya, hücumdaki tercihlere kadar yansıyan bir zincir, var. Zincirin bir an önce kopmasını umuyoruz.

Milli takımda Kerem Tunçeri odaklı oyun düzeni zaman zaman bizi zor durumda bırakıyor. Tabi sahaya Orhun Ene penceresinden bakınca aslında oyun ve skor ikinci planda. O birçok değişik varyasyonla kafasında binbir hesap yapıyor ve Adidas Cup'ta vereceği gerçek Litvanya sınavının ve düzeninin formülünü oluşturmaya çalışıyor. Ama oyunun nasıl kilitlendiğini, millilerimizin nasıl freni boşalmış kamyon gibi hücum ettiğini görünce gözler de açıkçası Tutku Açık'ı arıyor. Boyalı bölgenin düzenini dağıtan bir oyun kurucu ve içerde aldığı topu dışarıya sağlıklı dağıtabilen uzunlar çizginin gerisinde şutörlerimize daha rahat şut imkanı yaratacaktır ama kadromuz ikisine de pek müsait değil. Doğuş Balbay'ın enerjisi üst seviyede ama Orhun Ene'nin ondan ne kadar faydalanma planının olduğu da bir o kadar önemli bir soru işareti. Ömer Aşık ve Semih Erden'in basında yazıldığının aksine "çok iyi" değil "yetenekli ve potansiyelli" uzunlar olduğunu hep söylerim. Ömer Aşık ve Semih Erden'in katetmeleri gereken daha uzun bir yol var. Dış şutu hatta ve hatta orta mesafe şutu bile olmayan, saha görüşü düşük olup kısaları göremeyen, fundementalini hala iyi seviyeye çıkaramamış uzunlar hep yarım kalır. Ömer ve Semih de şu anda fizik ve yetenek avantajlarını kullanıyorlar. Dün Van Den Spiegel'in savunmada uzunlarımıza yaşattığı sıkıntının fazlasını yarın çok yönlü uzunlar onlara daha fazla yaşatacak. Burada da Ersan'ın dış şutları, Hidayet'in şut yüzdesi, Ömer Onan başta olmak üzere kısaların patlayıcılığı ve tempoları zincirleme alternatifler olarak devreye girecek.

Dün bu kadar zorlanıp neredeyse son topa kalacağımız maçta bir nokta da gözlerden kaçmasın. Her zaman bu satırlarda ne kadar beğendiğimi ifade ettiğim Axel Hervelle'in performansı. Küçük çocuklar televizyonda süper kahramanları izledikten sonra uyurken gözlerini kapatır kendilerini onların yerine koyarlar. Sanırım Hervelle de gece uyurken kendini bir gün önce karşılaştığı Nowitzki'nin yerine koyup o sendromu yaşadı. Berbat şut tercihleriyle Belçika'nın da ritmini bozdu.

Bugün Almanya karşısında 12 Dev Adam şampiyonaya kadarki en ciddi sınavını verecek. İzmir'de Nowitzki'siz yenildikleri Almanya'yla turnuvanın son maçını oynayacaklar. Bunu Litvanya sınavıyla bir tutabiliriz çünkü bugünkü seyirci Litvanya maçının atmosferini sahaya koyacaktır. Karşımızda da Almanya kadar derli toplu, Almanya'dan daha tempolu ve skorer bir Litvanya göreceğiz. Dün Yunanistan karşısında ayakta kalamayan, Jagla - Fotsis kavgasıyla moralleri bozulan Almanlar'a indirebileceğimiz bir kroşe takımı da kendine getirebilir. 

Bir an önce toparlanmak, umutlanmak gerek. Zaman Ömer Onan'dan daha hızlı ilerliyor. 

BELÇİKA (60): Roel Moors 4 (3 ribaund – 2 asist), Sam Van Rossom 2 (1 ribaund – 4 asist), Christophe Beghin 11 (4 ribaund), Axel Hervelle 6 (8 ribaund – 3 asist), Randy Oveneke 3, Beye Tabu-Eboma 11 (4 ribaund – 1 asist), Dimitri Lauwers (1 asist), Guy Muya 3 (2 ribaund – 1 asist), Marcus Faison 2 (3 ribaund – 3 asist), Maxime De Zeeuw (1 ribaund), Thomos Van Den Spiegel 8 (2 ribaund), Didier Ilunga Mbenga 10 (3 ribaund)

TÜRKİYE (66):
Cenk Akyol 3 (2 ribaund), Sinan Güler, Ömer Onan 6 (2 ribaund- 1 asist), Ersan İlyasova 11 (4 ribaund- 1 asist), Semih Erden 9 (3 ribaund), Kerem Tunçeri 6 (1 asist), Ömer Aşık 12 (9 ribaund), Ender Arslan 3 (3 asist), Enes Kanter 7 (8 ribaund), Hidayet Türkoğlu 2 (4 ribaund- 5 asist), Emir Preldzic 7 (2 ribaund - 1 asist)

Detaylı istatistikler burada.

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Hazırlık Maçları Performans Tablosu

2 yorum

ACB'nin hazırlık maçlarıyla ilgili olağanüstü bir sayfası ve güncelleme azmi var. Maçların listesi burada. Listeyi Türkçe olarak güncelleyip siteye koyacağım ama hazırlık maçları tablosu oldukça ilginç. Şu ana kadar en az hazırlık maçı yapan 4 ülkeden biriyiz ama turnuva başladığında 8 hazırlık maçını tamamlamış olacağız. Yine de tablodaki yerimiz pek iç açıcı değil. Allahtan Ukrayna'nın son topu girmemiş.

Yunanistan:62 - Türkiye:38 (Üzücü Oyun ve Tarihi Skor)

2 yorum

Yazıyla kırk, rakamla 40. Tarihin yapraklarını karıştırdığımızda 40 sene önceyle bağlantı kuruyor dünkü maç. 1972'deki Balkan Şampiyonası'nda Yunanistan'a 87-60 yenilen Türkiye, o tarihten bu yana komşuya karşı en büyük farkı dün Almanya'daki BEKO Turnuvası'nda yedi. Yunan medyası da haliyle sevinçten kudurdu çünkü baştan sona hiçbir varlık gösteremediğimiz maçta Yunanistan'a 62-38 mağlup olduk.

Hazırlık döneminde asmak, kesmek, kafileyi giyotine vurmak doğru bir yaklaşım değil ancak zaman ilerliyor ve artık bu hazırlık maçlarına biraz daha ciddi gözle bakmanın, bunları antrenman maçı değil de kıyas maçı olarak görmenin zamanı geliyor. Bu gerçeği göz ardı etmemek gerekir. İzmir'deki turnuva yoğun Bormio yüklemesinden sonra bizleri sonuç olarak üzen ama umutlarımızda en ufak bir çatlağa dahi sebep olmayan bir organizasyondu. Almanya'daki turnuva da tıpkı geçen seneki gibi kötü sahneleri geride bırakıyor ama 2010 Dünya Şampiyonası'nın final akşamında o salonda yaşadıklarımı düşününce bu turnuvanın da belki Eylül ortasında akıllara bile gelmeyeceğini öngörebiliriz.

İzmir'de seyircisi önünde hırslı, bir şeyler yapmaya çalışan ama yine ortaya çok iyi bir oyun koyamayan, düzen dışı bir milli takım vardı. Dünkü milli takım ise tarifi imkansız bir profil koydu ortaya. Sanki Almanya'ya zorla gelmiş, sahaya organizatörlere ayıp olmasın diye çıkmış gibilerdi. Hazırlık döneminde mağlubiyetlerin faydalı olduğunu, hatta olacaksa Nowitzki'siz ve genç Almanya gibi ülkelere karşı olmasının daha da faydalı olduğu söylemiştim ama dünkü tablo gerçekten moral bozucuydu. Sahadaki Almanya logosunu kaldırıp Litvanya bayrağı koysak maçtan haberdar olmayan birçok kişi bunu Avrupa Şampiyonası'nın 7-8 maçı olduğunu düşünebilirdi. Bu tip şampiyonalarda 7-8 maçlarında bir taraf mutlaka hırslı olur 7'yi ister, diğeri ise bitirelim gidelim mantığıyla 8'i maç öncesi bile kabul edebilir psikolojidedir. İşte milli takımın sahaya yansıttığı imaj da 8'i kabullenen başarısız olmuş ve hayal kırıklığı yaratmış bir takımın görüntüsüydü. Açıkçası bu görüntü hazırlık turnuvalarını pek önemsemeyen bizleri bile üzdü.

Schortsanitis, Spanoulis, Diamantidis, Papaloukas ve Perperoglou gibi çok değerli oyuncuları turnuvaya getiremeyecek olan Yunanistan için Diamantidis haricinde bu kayıpların avantaj olabileceğini düşünüyordum. Sistem, düzen takımlarında egolu oyuncuların varlığı zaman zaman sıkıntı yaratabilir. Bu açıdan Spanoulis ve Sofo'nun yokluğunu avantaja çevirebilecek dinamik ve yaratıcı bir Yunanistan takımı olacak turnuvada. Ama Diamantidis'in yokluğu gerçekten hayati derecede önemli çünkü bu sistemin en önemli parçası Diamantidis'in ta kendisi. Yine de bu eksiklere rağmen içeriyi iyi kullanan, savunmada hareketli olan, yardım savunmasında etkili olan ve tempoyu istediği gibi ayarlayan bir Yunanistan vardı sahada. Bu görüntüye bizim de fazlasıyla katkımız oldu. Topu karşı sahaya geçirdikten sonra düzenli bir hücum sahaya koyamadık ve bireyselliği çok fazla ön plana çıkardık. İzmir'de bu konuda turuncu renk olan alarm seviyesi Almanya'da kırmızıya yükseldi diyebiliriz. Üstelik Ömer Aşık ve Semih Erden'in katılımıyla daha da güçlenmesi gereken pota altının kalbi dün durdu. Yardım savunması ve ribaund konsantrasyonu yerlerde sürünüyordu. Duran kalbi tekrar çalıştırmak için bize gereken elektroşokun ta kendisi Yunanistan maçı mı olur yoksa turnuva atmosferiyle kendimizi toparlar mıyız bilinmez ama tarihler 31 Ağustos'u gösterene kadar alınacak her sonuç önemsizdir. Yeter ki bize gümüş madalya getiren kazanma alışkanlığımızı kaybetmeyelim.

Milli takım Hidayet ve Ersan'a bağımlı bir takım olmaktan çıkmak zorunda çünkü zor anlarda yaratıcılık ortaya koyması için milli takıma alınan Cenk ve Ender gibi oyuncular üst seviyede ortaya konulması gereken bu yeteneğin çok uzağında. Hal böyle olunca uzunlardan da katkı alamayan takım bir anda allstar hüviyetinde, birbirine yabancı bir kadroya dönüşebiliyor. Olumsuz düşünüp milli takımı asmak için erken ama turnuva için çok da erken değil. 10 günümüz kaldı ve Avrupa'nın diğer köşelerinde milli takımlar ciddi performanslar ortaya koyarken bizim hala "Yükleme yaptık, yorgunuz, düzeleceğiz." kıvamında olmamız medyada ve seyirci düzeyinde de güveni turnuva öncesi düşüren etkenler oluyor. Özellikle teknik heyetin ve oyuncuların bundan bir an önce sıyrılması gerekiyor. Çünkü 40 sene sonra Yunanistan'a karşı bu kadar eksikle attığımız sayı yazıyla otuzsekiz, rakamla 38...

YUNANİSTAN (62): Kostas Vassilliadis 10 (2 ribaund- 1 asist), Giannis Buorousis 17 (6 ribaund- 2 asist), Nikos Zisis 4 (2 ribaund- 2 asist), Vassilis Xanthopoulos (2 asist), Nick Calathes 4 (4 ribaund- 1 asist), Antonis Fotsis 3 (5 ribaund- 1 asist), Kostas Papanikolaou 9 (2 ribaund), Dimitris Mavroeidis 2 (2 ribaund), Kostas Koufos 9 (3 ribaund), Ian Vougioukas (4 ribaund), Kostas Kamakoglou 2 (2 ribaund- 2 asist), Kostas Sloukas 2 (1 ribaund)

TÜRKİYE (38): Cenk Akyol 2 (1 ribaund- 1 asist), Sinan Güler (1 ribaund), Ömer Onan (5 ribaund- 2 asist), Ersan İlyasova 9 (2 ribaund), Semih Erden 4 (1 ribaund), Kerem Tunçeri (1 ribaund- 1 asist), Oğuz Savaş 2 (2 ribaund), Ömer Aşık 10 (11 ribaund), Ender Arslan 2 (2 ribaund), Enes Kanter, Hidayet Türkoğlu 5 (1 asist), Emir Preldzic 4, Furkan Aldemir

Detaylı istatistikler burada.



Milli takımın dün sahadaki halini görebilmek için iki baskete bakmak yeterli. Biri skoru 15-5'e getiren basket, diğeri de 30-14'e getiren basket. İsteksizlik can sıkıcı.

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Kleiza Öğrenciler İçin Su Markası Oldu

1 yorum

Litvanya Öğrenci Ligi (MKL) , Linas Kleiza ve su üreticisi Tiche Litvanya'da üçlü bir anlaşmaya imza attılar. Öğrenci Ligi'ni geliştirmek ve maddi olarak katkıda bulunmak amacıyla Tiche markası üzerinde Kleiza olan sular üretecek ve satılacak her şişeden 4 cent bu iş için oluşturulan fona aktarılacak. Aynı zamanda öğrenci liginde oynamış Linas Kleiza bu projede kullanılarak onları cesaretlendirip gelebilecekleri en üst nokta olan NBA konusunda model oluşturmaya çalışıyorlar. Basketbol ülkesi olmak kolay değil. Sonuçta her ülkenin iki dudak arasından çıkan 20 milyon dolarlık fonu olmuyor.



Vlado Ilievski Anadolu Efes'te

1 yorum

Yaz başından beri fazlasıyla spekülasyona malzeme olan "Efes Point Guard için kimle anlaşacak" sorusu az önce cevabını buldu ve kulüp, resmi sitesinden Union Olimpialı Vlado Ilievski'yle 1+1 yıllık bir sözleşme imzalandığını açıkladı. Huertas'la başlayan, ancak oyuncunun Barcelona'yı tercih etmesi sebebiyle sonuçlanamayan, Patty Mills'le devam eden ve bu sefer de Efes'in vazgeçmesiyle tıkanan guard arayışı, Ilievski'yle son bulmuş oldu. Efes'te yabancı transferi de Ilievski imzasıyla son bulmuş gibi görünüyor, bunu da bir kenara not düşelim.

(Fotomaç mode on) Peki Vlado Ilievski kimdir? Kariyerine, Petar Naumoski'nin veliahtı olarak gösterilmek gibi ağır bir yükümlülükle başlayan Ilievski, o seviyeye hiçbir zaman ulaşamamış olsa da, artık 31 yaşında görmüş geçirmiş bir oyuncu statüsünde ve Euroleague'in 2000'li yıllardaki vazgeçilmezlerinden. 2000-01'de Efes'in o dönemdeki pilot takımı Antbirlik Antalya'nın forması giymiş bir oyuncu olarak kulübün yabancısı da değil. Connecticut çıkışlı Ilievski, Antalya'dan sonra Barcelona, TAU Ceramica, Siena, Partizan ve son olarak Olimpija gibi Euroleague gediklilerinde forma şansı buldu. CV'sinin bu kadar iyi olmasının sebebi, çok parlak bir oyuncu olmasa dahi müthiş bir istikrara sahip olması. Sakatlandığı ve süre bulamadığı dönemler dışında her daim belli bir seviyenin üzerinde kalmış üst düzey bir profesyonel olarak Ilievski'nin Euroleague radarından hiçbir zaman çıkmamış olması tesadüf değil. İyi bir saha görüşü ve handling'e sahip olmasına rağmen istikrarlı bir üç sayı tehdidi sunamaması yıllar boyu en önemli sıkıntısı oldu; ancak Efes'te beraber oynayacağı oyunculara bakınca bu sıkıntıyı minimum düzeyde hissedeceğini söyleyebiliriz.

Huertas'la çok yükseğe çekilen kalite çitası, geçtiğimiz günlerde Mills'le dibi boylamıştı. Mills'le anlaşıldığı haberlerinin geldiği dönemde yanlış transfer damgası yapıştırmak zor gelmiyorken bugün de Ilievski transferi ilk bakışta oldukça makul. Avrupa'da önemli isimlerin büyük çoğunluğunun çoktan yer değiştirmiş olması ve NBA'ciler dışında elde kalan tek opsiyon Papaloukas'ın Türk taraftarıyla olan hoş olmayan geçmişi Efes'i çaresiz bırakmış da olabilir. Ancak Vlado Ilievski sansasyonel olmasa dahi sistemde taşların yerine oturmasını sağlayacak önemli bir rol oyuncusu. Her şeyden önce, yeni bir maceraya girişmek yerine Kerem Tunçeri'ye bir numaralı oyun kurucu rolünü vermek bu transferin doğal sonucu olarak göze oldukça hoş görünüyor. 

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Dünyanın En Geniş Potası Eurobasket'e

3 yorum

2011 Avrupa Basketbol Şampiyonası için hazırlıklarını sürdüren Litvanya, başkent Vilnius'a dünyanın en büyük potasını astı. 326.5 metrelik Vilnius Televizyon Kulesi üzerine asılan potanın yüksekliği 170 metre, çapı 34.7 metre. Yapımında 2560 metre kablo ve 545 lamba kullanılan pota aşağıya doğru 40 metre sarkıyor. Aslında tam Türk işi bir yapıt. Biz böyle şeyleri severiz ve ülkedeki daha birçok önemli sıkıntıya rağmen zaman zaman birçok gereksiz işten alnımızın akıyla(!) çıkar, törenlerle kutlarız ama bu proje güzel olmuş. Görsel olarak fazlasıyla ilgi çekici ve Litvanya'ya yakışan bir görüntü. Geçen sene Dünya Şampiyonası için ülkeye gelenleri maket oyuncular dışında pek bir şey karşılamamıştı. Zaman ilerledikçe Litvanya'dan çok çok daha güzel görüntüler çıkacağına eminim. Turnuvanın başlamasıyla birlikte pota ışıklandırılacak ve yukarıdaki hale bürünecek. Turnuvanın sonuna kadar da orada ışıl ışıl duracak.

Bir basketbol ülkesinde basketbolun kıta çapındaki en büyük organizasyonu... Bu turnuvadan mükemmel bir fotoğraf albümü çıkar aslında ama bunun için Litvanya'da olacak bir fotoğrafçı var mı emin değilim. Umarım bunun üzerine çalışanlar olur.

4 Ağustos 2011 Perşembe

Jordan Farmar Maccabi'de

1 yorum

Euroleague'in son finalisti Maccabi Tel Aviv, NBA'den payını çıkaranlar kervanına katıldı ve New Jersey Nets'in guard'ı Jordan Farmar'la anlaştığını açıkladı. Eski Lakerslı Farmar, lokavt sonuna kadar İsrail'de kalacak ve Tel Aviv'de Jeremy Pargo'yla birlikte yeni sezonda İsrail ekibinin guard rotasyonunu oluşturma görevini üstlenecek. Farmar'ın Yahudi kökenlerine sahip olmasının bu transferde etkili olduğunu söylemek için ise kahin olmak gerekmiyor.

UCLA'de geçirdiği NCAA kariyerinin ardından 2006'da Lakers tarafından draft edilen Farmar, Hollywood dolaylarında takıldığı süre boyunca beklentilerin altında ezilerek istenilen performansı veremedi. Kariyeri bu sezon Efes formasıyla izleyeceğimiz Sasha Vujacic'le bu açıdan birçok benzerlik taşımıyor değil. Vujacic'in aksine Lakers'ta rotasyonun sürekli bir parçası olmayı başarsa da bir oyun kurucu için olmazsa olmazlardan olan doğru kararı verme yetisinin onu hep sınıfta bırakması, beklenen patlamayı bir türlü yapamamasına ve Lakers'ın ondan vazgeçmesine sebep oldu. New Jersey'de şut performansı olarak iyi bir sezon geçirmese de, ortalama 25 dakika civarı süre alıp maç başına 5 asist yapan bir oyuncu olarak Farmar'ın bencil olduğunu söylemek haksız bir tespit olur. İyi niyetli olmasına rağmen doğru zamanda doğru hamleyi yapma konusundaki basiretsizliği kariyerinin başından bu yana peşini bırakmış değil. Bu pencereden bakıldığında Maccabi gibi bir takımı yönetmesi için emanet edeceğiniz profilde bir guard olmaktan uzak görünüyor. Avrupa'ya alışma sürecini de hesaba kattığımızda, takımın beyni Eidson'ı kaybeden ve 1 numarada Farmar'la benzer dengesizlikte bir oyuncu olan Jeremy Pargo'yu elinde bulunduran Maccabi için Farmar'ın ne kadar isabetli bir tercih olduğu tartışılabilir. Lokavt sonuna kadar oynayacak olması, aynı zamanda lokavt sonrası için Maccabi hakkında bir takım önemli soru işaretlerini beraberinde getiriyor; ancak David Blatt'ın planlarını buna göre yaptığını şüphe yok. Bir diğer şüphesiz olan ise Farmar'ın İsrail'deki popülaritesini bu transferle birlikte fazlasıyla arttıracağı.

Öte yandan, lokavtın etkisiyle başlayan Kavimler Göçü tüm hızıyla devam ediyor. Bir sonraki göçmenin kim olacağını tahmin etmek imkansıza yakın. Orta ve üstü seviyedeki oyuncuların mali sebepler dolayısıyla Avrupa'dan ziyade Çin'e yöneleceği haberleri şu sıralar ortalıkta dolaşan kayda değer tek veri. Bu sebeple, Deron Williams benzeri transferlerin sayısının bir elin parmaklarını geçmeyeceğini şimdiden öngörebiliriz. Her şeye rağmen farklı tatların katılımıyla daha zevkli bir sezon izleyeceğiz gibi duruyor, bekleyip görmek gerek.

2 Ağustos 2011 Salı

Bahreyn - Kuveyt 18 Yaş Altı Savaşı

2 yorum



Arap yarımadasında altyapı, coğrafyanın özelliklerine uygun yetişiyor galiba. Bitmeyen bir kavga, bitmeyen bir nefret mevcut oyuncular arasında. İnanılmaz görüntüler var Haşmet.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Nicolas Batum Nancy'de

0 yorum

Lokavt boyunca Avrupa'da oynayacaklar kervanına hafta sonu itibariyle bir önemli oyuncu daha katıldı. Basketbol kariyerine Fransa'da Le Mans formasıyla başlayan Nicolas Batum, bu defa Nancy forması giymeyi ve lokavt sonuna kadar ülkesinde kalmayı tercih etti. Tahmin edilebileceği üzere, Nancy'nin Euroleague'de oynayacak olması Batum'un bu kararı üzerindeki en önemli etken.

NBA'de 3. sezonunu bitiren ve her sezon üzerine koyarak ilerleyen Batum'un öne çıkan özelliği savunması. Atletizmi ve kulaç genişliği sayesinde adeta bir savunmacı olarak doğan Batum, oyunun bu yönüne bir de istekliliğini ekleyerek tehlikeli bir oyuncu haline dönüşüyor. Buraya kadarki klasik Amerikalı tanımına Avrupa tedrisatından yetişmiş olmanın getirdiği avantajla ortalama üstü bir oyun zekası, fundamental ve üç sayı tehdidi eklediğimizde ise bir adet Nicolas Batum elde ediyoruz. Henüz 22 yaşında ve gelişmeye açık olması da henüz oyuncu için bir tavan belirlemenin erken olduğuna işaret. Tüm lokavt koşullu transferler gibi Batum'un da sezon sonunu Fransa'da görmesi zor; ancak büyük olasılıkla onu 3. hafta İstanbul'da Fenerbahçe Ülker karşısında izleme fırsatı yakalayacağız. Fransa Pro A'nın şu ana dek en önemli transferini yapan Nancy'de saha içinde ve dışında olumlu etki yapacak bu transfer elbette Erman Kunter'in Cholet'si için de iyi haber değil. Geçtiğimiz sezon finalde karşılaşan iki takım Pro A'da yeni sezona da en önemli iki favori olarak giriyor; ancak lokavtı göz ardı edersek Batum transferinin son şampiyon Nancy'i bir adım öne çıkardığını söylemek yanlış olmayabilir.

 
Maliano - Kaynak göstermeden çalan çırpan Schortsanitis'in altında kalsın...