Sitedeki bütün yazılar tarafımızdan hazırlanmaktadır. Kaynak göstermeden çalan çırpan Schortsanitis'in altında kalsın.

28 Şubat 2012 Salı

David Blatt 2 Yıl Daha Maccabi'de

0 yorum

Maccabi Tel Aviv ve David Blatt sezon sonu bitecek olan kontratı 2 yıl daha uzattılar ve bir yıl da uzatma opsiyonu koydular. Müthiş yoğun bir fikstür, hiç durmadan maç yapan ama sürekli kazanan bir takım. Blatt'ın bu sene bir nevi yeniden kurduğu Maccabi Tel Aviv hem ligde, hem Adriyatik liginde, hem de Eurolig'de yoluna devam ediyor. Aldıkları İsrail Kupası da bonus. Tamam belki Eurolig hariç diğer liglerde aşırı zor rakipler mevcut değil ama maç trafikleri de Avrupa'da her takımın kolay kaldırabileceği bir trafik değil. David Blatt "Şu anki durumumuz pek ideal değil. Pazar ve Pazartesi maç yaptık, yorgunuz. 4 günde üç tane maç oynamak çok zor ama Barcelona maçını çok ciddiye alacağız, tüm gücümüzle oynayacağız. Bazen vücudun başarısız olduğu yerde, akıl ve yürek başarılı olabiliyor." diyerek durumu gayet iyi anlatmış.

İstikrar güzel şey, hele de ülkemizde başarısız olup giden koçlar böyle başarılar yakalayıp sözleşme uzattıkça insanın içi burkuluyor "Hata hep mi koçlarda mı acaba?" diye soruyor kendi kendine.

Efes'te Sarıca Gitti Zouros Geldi

2 yorum

Efes Pilsen'de Ufuk Sarıca dönemi resmen kapandı ve takımın başına sezon sonuna kadar Ilias Zouros getirildi. Bazı koçların iyi dönemleri, kötü dönemleri, formda ve formsuz dönemleri olabilir ama Ufuk Sarıca'nın henüz bu seviye için yeterli olmadığı ortadaydı. Efes Pilsen'de koç değişikliği tek başına yaraya uzun vadede merhem olmayacaktır orası ayrı ama kulüp yönetimi kangreni kesip aldı. Zouros yakın dönemde Zalgiris ve Yunanistan Milli Takımı'nı çalıştıran tecrübeli bir antrenör. Sezon sonuna kadar yapılmış olan sözleşme günü kurtarma hamlesinin bir yansıması olarak tekrar tekrar sahnede. Zouros için erkenden yorum yapmak istemiyorum ama özellikle Zalgiris'te can sıkıcı anıları var. 

İlk sözleşme imzaladığında Romanov'un odasında toplantı esnasında odada sportif direktör Grigas'ın önünde bir tahta ve tahtada yazılı notların olduğu bir resim basına sızmıştı. Kısaltma olarak görünen harflerin ve rakamların daha sonradan oyuncuların periyod periyod kaçar dakika oynayacağının talimatı olduğu ortaya çıktı. Bizzat takım sahibi tarafından oyuncuların rotasyonu hazırlanmış, tahtaya yazılmış ve koçun önüne koyulmuştu. Bu şartlarda çalışan Zouros'un daha sonra maç esnasında protokol tribününden elçi vasıtasıyla gelen kağıdı okuyup iç cebine koyduğu görüntüler medyada konuşuldu. O da sonuçta her koç gibi Romanov'un arenasında boğazı kesilen gladyatörler listesine girdi ama bu anılar biraz can sıkıcıydı. Zaten yarım dönemlik sözleşmeyi kabul edişi ve göreve getirildiği haberi resmi sitede ayrılan koçun haberinin altına sıkıştırılması (ki bana göre kabul edilemez bir uygulama) tavizkar karakterinin bir parçası. Efes'e lazım olanın ise Obradovic gibi masaya yumruğunu vurduğunda ses getirecek bir isim olduğu aşikar ama oralara sonra gireriz. Şimdilik Zouros'u Zalgiris'e gelişinde tanıttığım yazı dursun buralarda. Bakalım Efes'te perke üzerinde neleri değiştirebilecek. Kulüp önümüze duvar koymazsa son hafta Mersin'e geldiğinde bunların hepsini sorarız kendisine.




 Kaynak : Talkbasket

26 Şubat 2012 Pazar

Top 16 5.Haftanın En İyi 10 Hareketi

0 yorum


Vujosevic Artık Serbest (Acaba?)

3 yorum

Partizan efsanesi Dusko Vujosevic'in karizması Moskova'da Vatutin tarafından çizildiğinde ikinci bir savaş da tazminat konusunda başlamıştı. CSKA Moskova'nın tazminat teklifini kabul etmeyen Vujosevic kulüple davalık oldu ve o günden beri bu sorun devam ediyordu. 2,5 milyon dolarlık kontratı feshedilen Vujosevic ve CSKA Moskova arasındaki dava sona erdi, kulüp 1 yıllık sözleşme bedelini ödedi. Bu da demek oluyor ki Dusko Vujosevic dünden itibaren serbest ve takım çalıştırabilir. Kendisi 26 branşta 26 kulübü içeren Jugoslovensko Sportsko Društvo Partizan (Partizan Sports Association) başkanı ama bazı isimlerin yarım kalan işleri vardır, her zaman akılları benchtedir.

Düşünüyorum da acaba kadrosunda Yugolar barındıran, koçluğa getirdiği ismin bu pozisyon için erken olduğu net bir şekilde ortaya çıkan, altyapıda sürekli birşeyler üreten ama ürettiklerine o formayı giydiremeyen bir kulübümüz Vujosevic ile temasa geçerek mevcut koçunu asistanlığa kaydırarak ona da önemli bir gelişim imkanı sunar ve iş daha da geç olmadan yeni bir yapılanmaya gider mi? Bu kısım sözkonusu Anadolu Efes olduğunda kıyısından kenarından dolaşıp isim ver(e)meyenler içindi.

Ben de diyorum ki acaba Anadolu Efes Vujosevic'i alıp Ufuk Sarıca'yı (kulüple ilişkisini kesmek istemiyorsa tabi) da asistan koçluğa getirir mi? Böyle bir imkan varsa eğer bence denemeye değer bir hamle olabilir. Üstümüze vazife değil orası ayrı tabi, bizimkisi sadece temenni.

Galatasaray'a Bir İyi Bir Kötü Haber

0 yorum

Haftaiçi Olympiakos ile deplasmanda tarihi bir maça çıkacak olan Galatasaray Medical Park'a Yunanistan'dan bir iyi bir de kötü haber geldi. Kötü haberden başlayalım. Medyada zaten yer aldı ama bir kez daha hatırlatmakta fayda var. Olympiacos yönetimi Galatasaray'ın 1000 bilet talebine olumsuz yanıt verdi ve güvenlik gerekçesiyle sadece resmi görevliler için 30 bilet vereceğini açıkladı. İlk maçta da Olympiacos taraftarı İstanbul'da yer almamıştı ve kritik maçta saha avantajını elinde tutmak isteyen Yunanlar da buna aynı şekilde karşılık veriyorlar.

Güzel haber ise Gecevicius'tan. Bugün öğlen saatlerinde belinden bir operasyon geçiren Gecevicius'un Galatasaray karşısındaki durumu şüpheli. Günü hastanede geçirecek ve haftaiçindeki kontrollerden sonra durumu netleşecek. Bu kadar kritik bir maç öncesi operasyon tartışılırken koç Ivkovic ağrıların antrenman yapmasına bile engel olduğunu, operasyonun hemen yapılması gerektiği için yapıldığını söyleyerek son noktayı koydu. Olympiakos gibi ateşli seyirciye sahip takımlar maçın belli dönemlerinde alev alarak tempoyu yükseltiyorlar. Gecevicius gibi bir şutör de bunu yapabilecek potansiyelde. Umalım ki haftaiçi oynamasın. Bu arada sakat olan Printezis de iyileşerek bugünkü Aris maçında yerini aldı. Onun da son anda bir sakatlık olmazsa sahada olacağını hatırlatalım.

25 Şubat 2012 Cumartesi

İsteyenin Bir Yüzü Kara, Efes'in?

1 yorum

Maçı izlemedim, pozisyonu da haliyle görmedim ama Efes'in Banvit maçına yaptığı itirazı duyunca tek kelimeyle sarsıldım. Bugün deplasmanda uzatmada kaybettikleri maç sonrası Anadolu Efes cephesi son pozisyonun Davis'ten çıktığını idda edip, gerekli parayı yatırarak maçın tekrarını istemiş. Bu sene paranın nasıl çarçur edildiğinin küçük bir örneği olması bir yana istek son derece garip. Denizde açılıp boyunu aşan yerde ayağına kramp giren teyze davranışı. 

Biz de bu senenin hiç yaşanmamış olmasını istiyoruz. Kulüp parası neyse söylesin, aramızda toplayıp yatırırız. İsteyenin bir yüzü kara nasıl olsa. Vermeyenin?

23 Şubat 2012 Perşembe

Fenerbahçe Ülker: 94 - Unics Kazan: 87 (Bitti Demediniz mi Lan?!)

1 yorum

Girişi yapmak her zaman zordur, ama böyle akşamlarda 3-4 kat daha zor oluyor. Rakamlara odaklanıyorsunuz, bazen sadece savunma ve hücum setine odaklanmak için 24 saniye tek bir oyuncuyu izliyorsunuz ince ayrıntıyı yakalamaya çalışıyorsunuz ama maç öyle bir hale geliyor ki herşeyi bırakıp 1000 km ötede evin içinde zıplamaya başlıyorsunuz. Fenerbahçe Ülker haftaya Eurolig'e havlu atsa bile, koç dahil birçok oyuncuyla yollar ayrılıp başarısız bir sezon yaşansa bile bu seneye dair artık onların da bir hikayesi var.

Maçın önemli sayılabilecek bazı noktaları var. Fenerbahçe Ülker darmadağın, bir türlü hangi düzende oynadığı belli olmayan görüntüsünden sıyrılarak maça başladı. Sürekli cesurca içeriye penetre ettiler ve Jawai'nin orayı kapatmadaki yetersizliğini kullanarak hemen hemen tüm hücumlarda ya kolay sayı buldular, ya da rahat atış imkanı buldular. Pashutin'in hiç uzatmadan direk Jawai'yi çıkararak Savrasenko'yu oyuna alması ve erken ikilemesine rağmen oyundan çıkarmayışı Fenerbahçe'nin cesaretini ve rahatlığını kırmak adına doğru bir hamleydi. Wilkinson'ın hücum odaklı anlayışı da parkede olunca Kazan kısaları savunmada ekstra efor sarfetmek zorunda kaldılar. Hem Lyday, hem Domercant bundan nasibini aldı ve Domercant erkenden üç faul alarak kenara geldi. Fenerbahçe Ülker Savrasenko ile boyalı alanda örülen duvarı iyi top çevirerek dış atışlarla kırmaya çalıştı.

Tabi oyunun sadece bir tarafıydı bu. Kazan cephesinde de Greer şov vardı. Fenerbahçe Ülker'deyken sahada yürümeye bile üşenen, Calderon'un efsanevi savunmasını bile mumla aratır vaziyette olan Greer, penetreleriyle Fenerbahçe guardlarını hayattan bezdirdi, aldırdığı fauller ve attığı sayılarla Kazan'ı sürekli bir adım önde götürdü. Hakemlerin her iki taraf için de savunmaya fazla müsade etmeyen, düdüğe fazla başvuran yaklaşımı erken faullerle iki takımın savunma direncini kırdı. Fenerbahçe Ülker'de Vidmar, Kazan'da da Savrasenko, Domercant ve Veremeenko maçın kaderini değiştirebilecek önemli dakikalarda sahadaki yerlerini alamadılar. Greer'in bu performansına Spahija etkisi mi yoksa Pashutin etkisi mi demek lazım orası net değil. Fenerbahçe Ülker sadece Greer'in bireysel oyunlarına teslim olmadı. Kazan'ın pick&rolllarına, tepeden uzunların içeriye indirdiği setlere uzun bir süre sadece bakakaldı. Hatta aynı hücum setini aynı savunma acizliğiyle 3-4 defa yedi bir devrede. Boş kaldığında nasıl can yaktığı Uganda'da bile bilinen Wilkinson'a çizginin gerisinde şut antrenmanı yaptırdı.

İkinci yarıda ise kimsenin tahmin etmediği bir hikaye yazılmaya başlanmıştı. Devre arasında muhtemelen bir yönetici soyunma odasına inip "Aziz Yıldırım bile dört duvar arasında tarihi bir savunma yaparken, sizin bu savunma haliniz nedir?" diye kızmış olacak ki farklı bir Fenerbahçe Ülker vardı sahada. Domercant'ın üç faule rağmen Tomas'ı savunup aynı zamanda hücumu yönettiği bir salonda Vidmar yine kavanozun içine konulup, üstü tuzlanıp ters çevrilmiş olarak bekliyordu. Greer'in "Oldboy" u aratmayacak intikam mücadelesi Fenerbahçe Ülker'i bir ara skorbordda 13 sayı geriye düşürdü ama kara kış kapıya dayanınca kavanozdaki Vidmar ve Mirsad Spahija'nın imdat çekici oldu. Herkesin "artık bitti" dediği anda Fenerbahçe Ülker yavaş yavaş, farkettirmeden maça ortak oldu ve satranç başladı.

Maç sonu Kazan sürekli ufak farklarla önde olunca Fenerbahçe Ülker için 6 sayılık farkı yakalama şansı da ortadan kalkmıştı. O dakikadan itibaren de Murat Kosova ve İbrahim Kutluay hariç herkes uzatma hesapları yapmaya başladı. Nitekim top döndü dolaştı ve Ukic'in ellerinde hayat bularak Fenerbahçe'ye ikinci bir şans oldu. Maç sonundaki inanılmaz hatalara, akıl tutulmasından ziyade akıl erimesiyle açıklanabilecek pozisyonlara rağmen Fenerbahçe gereken farkı yakaladı ve şansını son haftaya taşıdı. Son üçlüğün girmeyişi Fenerbahçe Ülker basketbol şubesini tahmin edilemeyecek bir kaostan da kurtarmış oldu. Spahija'ya karşı çok dolu olan, oyuncuların sahadaki duruşuna tepkili olan taraftar beklenmedik reaksiyonlar gösterebilirdi. 

Bu maç kazanıldı, şans gelecek haftaya bırakıldı ve tarihi bir maça imza atıldı. Ama bundan daha önemli bir nokta var. Açıkçası ben Fenerbahçe Ülker'in bugün kazanabileceğini düşünmüyordum, dün de bunu açık açık yazmıştım çünkü bu sezon o karakteri Cantu maçı hariç sahaya koyabilmiş değillerdi. Giderek Tanjevic'in "üçüncü dakikada teslim bayrağını çeken" Fenerbahçe'sine yaklaşıyorlardı. Ama bugün sahada karakter vardı, mücadele vardı. İşte o karakteri de özel oyuncular yaratıyor. Fenerbahçe'de bu isimler Ömer Onan ve Mirsad Türkcan. Ömer yoktu ama Mirsad parkeye imzasını kanla attı. Davranışları, abartılı tepkileri benim için de her zaman itici olan Mirsad bugün düşüp kafasını parkeye vurduğu pozisyonda çok rahat benche oturup bir daha sahaya çıkmayabilirdi ama o son 25 saniyede bile kaşındaki kanama tekrar başladığı için kenara alındığında üzülüyordu. Taraftarın istediği de, özellikle ezeli rakip Galatasaray bunu başarmışken oyuncuların sahaya yüreğini koymasıydı. Bugün o gerçekleşti. 

Sadece bugünkü galibiyette büyük katkısı olduğu için değil, bundan sonra o formayı giyen her oyuncunun galibiyet için yapması gerekeni göstermesi adına Mirsad'ın son anlarda yüzü kan içindeyken bir an önce sahaya dönmek için çabası poster haline getirilip, Fenerbahçe Ülker Arena'nın soyunma odası koridorlarına asılmalıdır.

İhtimalleri daha sonra tekrar yazacağız ama bugünkü galibiyete inancı olmayan ben ve diğer tüm basketbolseverler için cevap Güntekin Onay'dan gelsin, İbrahim Kutluay ve Murat Kosova'nın dilinde de tekrarlansın: "Bitti demediniz mi lan?!"

Galatasaray MP: 64 - Anadolu Efes: 56 (@2 Euroleague Terk)

1 yorum

Galatasaray Medical Park'ın Euroleague serüvenini "peri masalı" şeklinde tanımlamak açıkçası benim içime sinmiyor. Euroleague'ye ilk defa katılıyor oluşları, dağları tepeleri aşıp çeyrek final için umutları son maça taşımaları daha özel bir ifadeyle hafızalara kazınmalı. Sene başında yine hayaller üzerine inşa edilen "Türkiye'nin Final Four'a iki banko takımla katılması" gaz vanası bizzat banko olarak görülmeyen Galatasaray tarafından kesildi.

Ne istediği, sahaya ne koyduğu, hangi amaçla oluşturulduğu sezonun büyük bölümünde belli olmayan Anadolu Efes, belki de oyun planı ilk defa bu kadar net çıktı sahaya. Sinan ve Lafayette'nin yönetimindeki beş, Vujacic ve Savanovic gibi iki silaha rağmen sürekli Batista üzerinden oynadı. İri kıyım Uruguaylı'nın fizik avantajını kullanmaya çalışan Ufuk Sarıca'nın planının bozulması için birkaç dakika yeterli oldu. Batista'nın her hücumda pick&roll'a çıkması, pota altında savaşması ve topla buluşması kaçan her yakın atışta Efes potasında hızlı hücum olarak karşılık buldu. Ardından da dahiyane "Ver Vujacic'e Yaz Deftere" sisteminin devreye girmesiyle oyunun kontrolü tamamen Galatasaray M.P.'ye geçti. 

Galatasaray'ın bu bölümde sahadaki oyununu izah etmek için ise hiçbir özne kullanmaya gerek yok. Sabırlan dönen top ve en uygun pozisyonda X'in kullandığı hücumlar. X'in yerine ister Andric'i, ister Gordon'u, ister Lakovic'i veya bir başkasını koyabilirsiniz rahatlıkla. Oyuncu özelinde şekillenmeyen Galatasaray hücumu Anadolu Efes'in savunma isteksizliğiyle birleşince 15'e kadar çıkan farka şahit olduk. Ufuk Sarıca'nın bu bölümde sürekli denediği hücum ve savunma varyasyonları ancak devrenin sonunda takımı kıpırdatmaya yaradı. Savunmadaki hareketlenme hücumda Lafayette ve Sinan gibi farklı isimlerin de devreye girmesiyle devre sonunda farkın eritilmesini sağladı.

İkinci yarıda Galatasaray'ın hücum ritminin biraz bozulduğunu, savunma çizgisinin ise korunduğu söylemek yanlış olmaz. Efes Pilsen'in Barac merkezli, Vujacic'in yancı olarak iştirak ettiği "ya hep ya hiç" girişimi, basit bireysel hatalar sayesinde yakalanan fırsatların gerçekçi bir baskıya dönüşmesine engel oldu. Anadolu Efes uzunlarına sürekli baskı ve ikili-üçlü sıkıştırma getirerek çare üretmekte zorlanmayan Oktay Mahmuti'ye karşı Efes'in çaresizliği bizzat esame listesinin kendisiydi. Sezona günde çift oyun kurucu arayışıyla hazırlanan Anadolu Efes Ilievski çaresizliğine teslim olmuş, Top 16'da ise Lafayette'yi getirerek bomboş olan 4 numara pozisyonunda takımı Türk hekimlerine emanet etmişti. Ersan'ın gidişinden sonra Kerem Gönlüm'ü İsmail Abi'nin gemiyi beklediği gibi "O Kerem Gelecek" umuduyla bekleyen Ufuk Sarıca Euroleague'ye havlu attığı maçta Kerem Gönlüm'ün ancak ısınmasıyla koçluk kariyerinde takım kurma konusunda da eski hocasından bedava bir ders aldı. Savovic'e Konya'lıların bile "Kim ulan bu 42 numara, hemşehrimiz de değil" şeklinde şaşkınlıkla baktığı bir dönemde sadece ribaundu ve savunma sertliğini, mobiliteyi arttırması için sözleşmeyi imzalatan Oktay Mahmuti, basketbolda "halamın bıyığı olursa" kuralının geçerli olmadığını da Ufuk Sarıca'ya göstermiş oldu.

Savanovic'in Yunanistan'daki Olympiakos maçında başlayan ve bir türlü bitmek bilmeyen saygı duruşuna çaresizce boyun eğmek Anadolu Efes gibi büyük oynayan bir kulübe yakışmadı. Nitekim bir haller olduğu açıkça belli olan Savanovic'in yerine oyuna alacak tek bir oyuncusu bile yoktu Ufuk Sarıca'nın. Vujacic ve Barac'la sezonu bir maçta kurtarmaya çalıştı, bütün maç "eyvah eleniyoruz" telaşıyla takımı oynattı ama karşıda bu sezon bunu en son uygulayabileceği takımlardan biri vardı. Bu maçtan önce oynanan, daha ziyade sadece CSKA Moskova'nın oynadığı Olympiakos maçının sonunda Teodosic uzak dipteki boş adama attığı no look pastan yaklaşık 5-6 saniye sonra aynı topu 2-3 el değiştirmiş vaziyette elinde buldu ve üçlüğü yolladı. Bugün maçın büyük bölümünde Galatasaray MP'nin aynı sabırla ve doğru adamı bulana kadar hücum ettiğini gördük sahada. İkinci yarıda belirgin bir düşüş yaşasalar da karşıda o bölümü üstün geçirecek, farklı formüller üretebilecek bir rakip olmadığından kazanmayı bildiler.

Galatasaray için söylenecek çok fazla söz yok. Müthiş taraftar, müthiş atmosfer ve müthiş karakter sahada karşılığı alıyor. Rocky serisinden beri son ana kadar böyle direnen, savaşan bir karakter görmemiştim. Galatasaray bu karakteri koyuyor sahaya. Ama unutulmaması gereken çok önemli bir şey var. Galatasaray bu sezon çeyrek finale kalabilir, hatta F4'e bile kalabilir ama bu kağıt üzerinde 1. torba hakları olmasına rağmen Euroleague'ye girmeleri için yeterli değil. Galatasaray bu sene F4'e kalıp önümüzdeki 10 yıl Euroleague yüzü göremeyebilir. Önemli olan geçmişteki duruma bakıp gelinen noktayı övmek değil, bu noktayı bir başlangıç olarak görüp bunun sürekliliği için adımların atılmasıdır. Galatasaray Euroleague'ye renk kattı, heyecan kattı ve damgasını vurdu. Herşeyden önemlisi yarın (bence) Fenerbahçe Ülker'in de eleneceği ligde ülke hanesine puan değil gurur kattı. Belki bu sezon hiçbir takımımız evimizdeki Final Four'a kalamayacak ama Galatasaray akıllarda kalacak.

Efes için söylenecek çok şey var. Belki Türk basınında eş dost ilişkileri yüzünden kimse Ufuk Sarıca'yı eleştirmek, Anadolu Efes'i karşısına almak istemiyor olabilir lakin bizim öyle bir kaygımız yok. Kelle avcılığı tarzım değildir ama Ufuk Sarıca bu maçtan sonra istifa ederek olmayacak duaya amin diyen yönetimin önünü açmalı ve burada nokta koymalıdır. Gerek takım mühendisliği, gerekse saha içi hamleler konusunda Ufuk Sarıca'nın henüz Euroleague Top seviyesinde olmadığı görmek için zamanında Spor Sergi'de smaç basmış biri olmaya da gerek yok. Hem Anadolu Efes için, hem de Ufuk Sarıca için erken olan bu seçim başarısızlıkla sonuçlanmıştır ve sadece formaları koysan TBL'de final oynayabilecek bir takımı ligde lider yapmak da başarı sayılmamalıdır. Messina'nın yardımcısı Molin'in yıllarca yardımcı antrenörlük yaptıktan sonra Messina'nın koltuğu devralıp, daha sonra tekrar yardımcı koçluğa dönmesi örnek alınabilecek bir olaydır. Molin'in Ufuk Sarıca'dan 12, yardımcı koçluğunu yaptığı Trinchieri'den 8 yaş büyük olduğunu da ekleyeyim.

Anadolu Efes'in şu saatten sonra yapacağı en önemli transfer "özeleştiri" olacak. Yıllar önce kulüple ilişiği tek taraflı olarak kesilmişti ve o gün bugündür kulübün yakınından geçmesine bile izin verilmiyor. Yerine transfer edilen "istediğimiz şutları bulamadık" belli ki beklenen katkıyı veremedi. Kulüpteki dev aynalarını birkaç tane boy aynasıyla değiştirmek gerekiyor. Denendi, %100 çalışıyor.

22 Şubat 2012 Çarşamba

THY Euroleague Top 16 5. Hafta Sakatlık Raporu

0 yorum

E GRUBU
CSKA Moskova : Khryapa sakatlığı nedeniyle forma giyemeyecek. .
Anadolu Efes : Ermal Kuqo ve Kerem Gönlüm sakatlıkları sebebiyle oynayamayacaklar.
Galatasaray MP : Tutku Açık ve Sertaç Şanlı sakatlıkları sebebiyle oynayamayacaklar.
Olympiacos : Printezis, Vasilopoulos ve Keselj Moskova'ya götürülmedi. Acie Law'un da hafif sakatlığı var ama CSKA Moskova'ya karşı oynayacak.

F GRUBU
Real Madrid : Herhangi bir eksiklik yok.
Montepaschi Siena : Kaukenas sezonu kapattı.
Unicaja Malaga : Herhangi bir eksiklik yok.
Gescrap B. Bilbao : Tomas Hampl Cibona'ya kiralandı.

G GRUBU
Panathinakos : Herhangi bir eksiklik yok.
Fenerbahçe Ülker : Ömer Onan'ın sakatlığı devam ediyor.
Emperio Armani : Drew Nicholas takımdan ayrıldı.
Unics Kazan : Samoylenko ve Lyday'in durumları şüpheli.

H GRUBU
Barcelona Regal : Chuck Eidson dizindeki sakatlık sebebiyle 1 ay oynayamayacak.
Zalgiris Kaunas : Herhangi bir eksiklik yok.
Bennet Cantu : Herhangi bir eksiklik yok.
Maccabi Tel Aviv : Shawn James sakatlığı sebebiyle oynayamayacak.

NOT: Sakatlık raporu THY Euroleague resmi sitesindeki bilgilere göre düzenlenniştir.

13 Şubat 2012 Pazartesi

Körler Sağırlar

6 yorum

Basketbol hem kısa hem uzun vadede oldukça dinamik bir spor. Dengeler 1 yıl içerisinde şaşırtacak ölçüde değişebilirken 10 yıllık bir süreçte bazen öyle yıkımlara şahit oluyoruz ki, gözler görse de inanmakta güçlük çekebiliyor. 2000'lerin Kinder Bologna'sını anıyorken 50'lerin Rock&Roll furyasından, 80'lerin Cantu hakkında konuşuyorken Mussolini’nin İtalya’sından konuşuyormuş gibi hissetmeniz olası.

Özellikle 2000’lerin başından sonra paranın ve paranın kokusunu takip eden sponsorların Avrupa basketboluyla içli dışlı olması, Euroleague’i Şampiyon Kulüpler Kupası havasından çıkarıp artık bugün izlediğimiz NBA prototipine dönüştürdü. UEFA’nın Şampiyonlar Ligi adı altında oluşturduğu ekonomik süper gücü yaratırken kullandığı politikanın bir benzerini, ULEB basketbolun Avrupa’daki popülaritesinin sınırları çerçevesinde Euroleague markası üzerinde uygulamaya uğraşıyor. Futbolun muhasebesini yapan Deloitte ve benzerlerinin basketbol pazarına el atmasının muhtemel göründüğü yakın dönemde, değişime ayak uyduramayan yerini kaybedecek, ya da en iyi ihtimalle bir biblo edasıyla  olup biteni bir köşeden izleyecek. "No Country for Old Men."

Peki bu yeni düzende Türk basketbolu ve onun baş aktörlerinin yeri ne olacak? Hatır gönül ilişkileriyle yürüdüğü dünyanın öteki ucundan  rahatlıkla görünen düzen aynı rayın üzerinde tıngır mıngır ilerleyip birilerinin ceplerini doldurmaya, birilerine ise koltuk sahibi olma tatminini sonuna kadar yaşatmaya devam mı edecek?
Ülkenin şüphesiz en önemli basketbol değeri Efes Pilsen, ya da son dönemdeki adıyla Anadolu Efes’in, ilk paragraftaki kriterlerin Türkiye’deki en istikrarlı tedarikçisi oluşu, şu an saha içi ve kenarındaki duruma göz ucuyla dahi bakıldığında önemsiz bir detay halini alıyor. 30 yıldır basketbolu sahada ve saha dışında tek başına domine eden bu kulübün, bugün maç önceleri liselere gönderdiği otobüsler ve bedava biletler olmasa, oynadığı salona 1000 kişi toplayabilecek bir sosyal gücü ve örgütü yok. Bunun suçunu “vasıfsız” Türk futbol taraftarına yıkmak işin kolay olanı; ancak taraftar çekmeyi geçin, oraya giden bir avuç kendini adamış insanı dahi iten bir yönetim politikasının, Efes adı altında üretilen biralardan dahi kötü bir saha içi organizasyonu yaratmayı destur edinmesi hiç sürpriz değil. Saha dışı etmenler, saha içindeki adaşlarını Türk spor tarihinden alışageldiğimiz üzere yine önemsiz detaylara çeviriyor. Olympiakos karşısında yaşanan talihsizliklerin (!) arasına serpiştirilen “Senden Daha Güzel" özür kampanyası ise kafalarda işte bu noktada somut bir forma giriyor. Ucu açık bırakılan kısım neyin ya da kimin güzel olduğu, boşlukları doldurmak ise bize kalmış. “Kafan çok güzelmiş canım, güle güle kullan.”

Türkiye’de Ufuk Sarıca olmak zor; ancak nedense Ufuk Sarıca’yı eleştirmek daha zor. Vujacic atamıyor, Batista ve Barac tutamıyor, Kinsey çok sakatlanıyor, Efes Ersan’ı özlüyor. “Kadro yanlış kuruldu” isimli hit parça herkesin dilinde olan; ancak söz-müzik kime ait nedense hiç kimsenin haberi yok. Kadronun biçimsizliği Serdar Ortaç’ı işaret etse de sorumlular ortada; ancak yazıda birazdan sırası gelecek olan Fenerbahçe’nin aksine sorumlular parmakla gösterilip idam sehpasına oturtulmuyorlar. Koçun adı ya Ufuksz Sarıdja olsaydı farklı olur muydu, işte bütün mesele bu…

Basketbolu 2000’lerin başından beri dikkatli takip eden herhangi birine “En çok neyi ya da kimi özlediniz?” sorusunu sorsanız size vereceği ilk üç cevaptan birinin içerisinde Bologna kelimesi geçecektir. Aynı soru bundan 10 yıl sonra sorulduğunda verilecek cevabın “Efes” olmaması, basketbolun en bağımsız değişkeni yapılmaya ve dışarıda bırakılmaya çalışılan birçok basketbol taraftarından sadece biri olan benim tek temennim.

Ringin öteki ucunda ise şehrin diğer yakasında, bambaşka bir hikayenin öznesi olan ve bambaşka değerlere sahip bir kulüp var. Bir salon hikayesi dillerde dolanıyor, yeni ve güzel bir salon. Ataşehir’in siteleri arasında modern bir kolezyum havasıyla etrafına selam duran Fenerbahçe'nin bu yeni mabedinin mottosunun da Ali Ağaoğlu imzalı olması sürpriz değil: “Yaptım, oldu!” Fenerbahçe’nin değil, Ülker’in domine ettiği bu yapıda gözünüz sarı ve laciverti yan yana aradığında, sus payı olarak elinize bir adet Ülker Metro tutuşturuluyor. Yaptım olduculuk bu ülkede her alanda “Yaptık işte, buldun bunma” mantığıyla özdeşleştiği için artık durum kimse tarafından garipsenmiyor bile. Dolayısıyla da sevgilisinin peşinde salona gelen taraftar, karşısında şişme bebek buluyor. Kel başa şimşir tarak misali.

Efes’in olmayan taraftarına uzaklığı ve bunu açık açık dile getirmesi, Fenerbahçe’de olan taraftara yapmacık bir yakınlık olarak tezahür ediyor ki, hangisi  daha kötü karar vermek kolay değil. Fenerbahçe, ilk paragrafın da konusu olan Avrupa basketbolundaki dönüşümü şu anda en sancılı yaşayan kulüp ve saha içindeki işlerin berbat gitmesi, 7 aydır kendi Survivor’ını yazıp yöneten taraftara pek yardımcı olmuyor. Spahija’nın meşalesindeki ateş söneli epey zaman oldu, taraftar da görüntüye bakılırsa artık adadaki son günlerini yaşıyor.

Fenerbahçe “Ülker”in basketbolda Efes kadar güçlü bir geleneği yok. 2007’ye kadar tek lig şampiyonluğu, Euroleague’de oynanmış bir tam sezonu ve bir Türkiye Kupası olan bir takımdan bahsediyoruz. 2007’de 100. yılda gelen 2. Şampiyonluğun bir gurur değil alttan alta bir utanç vesilesi olması gerekliliği, bu ülkede kimsenin üzerine pek kafa yormadığı bir konu iken, Türkiye’nin her dalda en büyük “spor” kulübü olduğunu her fırsatta iddia eden bireylerle dolu bir oluşumun aklına basketbolun 100 yıl sonra gelişi ise kimsenin sormadığı bir soru. Ancak ve ancak, zarardan geç de olsa dönmeyi bir şekilde başaran Fenerbahçe’de yapılan hamleler 100 değil, 5 yıllık tarihi olan bir kulübe dahi yakışmayacak seviyede.

6 ay Vidmar’ı, 6 ay Mirsad’ı, 1 sene Engin’i, arada da kısa dönemlerde Ukic, Tomas ve Kinsey’i bekleyen, kurtarıcı olarak sürekli birinin yolunu gözleyen Fenerbahçe'de yeni moda umutları Ertuğrul Erdoğan’a bağlamak. Spahija saç stiliyle Professor X’i andırsa da ikilinin arasındaki benzerlik bununla sınırlı. Zira Spahija’nın oyuncuları üzerinde gün itibariyle hiçbir kontrol gücü kalmamış durumda. Bandırma Kırmızı mağlubiyetiyle birlikte buzdağının görünmeyen kısmı da yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başladı ki artık Fenerbahçe’nin kurtarıcı olarak Ertuğrul Erdoğan'dan ziyade bir süper kahramana ihtiyacı var. Stan Lee'nin boşta olduğu ve Fener koçluğuna sıcak bakabileceği gelen haberler arasında. Lee pick&roll savunabilen bir pivot, oyunu kurabilen bir oyun kurucu ve savunma yapabilen bir de forvet çizerse, işler bir anda değişebilir. Neden olmasın?

Önemsiz bir detay, bu iki takım yarın Türkiye Kupası Çeyrek Finali’nde birbiriyle karşılaşıyor. Kırmızı köşe körlerin, mavi köşe ise sağırların. Umrunda olan?

4 Şubat 2012 Cumartesi

Messina'dan Avrupa - NBA Karşılaştırması

0 yorum

Yaz aylarında Los Angeles Lakers'da "koç danışmanlığı" pozisyonunda görev almaya başlayan Avrupa basketbolunun efsane koçu Ettore Messina düzenli olarak karaladığı Rusya blogunda bu sefer Avrupa ve NBA arasındaki farklardan kısaca bahsetti. Genelde bu iki organizasyon için "NBA bireysel gösteri alanıdır, Avrupa takım oyunudur" klişesi artık "Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı" ile eşdeğer pozisyona gelmişti ama Avrupa'daki organizasyonun tüm ana hatlarını yalayıp yutmuş Messina'nın yaptığı bu değerlendirme oyunun kalbinden gelen biri olarak gayet değerli. Oyuncuların fiziksel farkları, atletizm farkı, alan savunması, üç sayı çizgisinin mesafesi, NBA'deki oyuncuların ellerinin çabukluğu, oyun süresi ve mola sayısı gibi birçok konuda değerlendirmelerde bulundu Messina. Ama en önemlisi Avrupa'daki şutörler hakkındaki düşüncelerinde yanıldığını açıkça söylemesi. ABD'deki sisteme teslim bayrağını ilk çektiğinde "Yılda 25 milyon Dolar kazanan ve antrenmana helikopterle gelen bir oyuncuya idmanda ne diyebilirim ki? ‘Poponu yere indir, dizlerini kır’ mı diyeceğim? demişti. Elektroşoku hazırlayın, Messina'yı kaybediyoruz.

Yanlış PR Top 16'dan Döner mi?

5 yorum

Herkes biraz Efes'lidir bu ülkede. Yıllarca Efes Pilsen'i milli takım gibi destekledik, sonra herkesten artık Anadolu Efes'li olmaları istendi. Kiminin entegrasyonu çok hızlı oldu, kimisi tedaviyi reddetti. Ama neticede herkes ortak kümede "Efes'li" olarak kaldı. Üç büyükler basketbolda yatırımı arttırdıkça kimileri küçücük de olsa içinde varolan Efes'liliğini içine attı, renklerini açıkça göstermeye başladı. Ben de rengi her zaman belli olan ama basketbol sözkonusu olduğunda Efes'liliğini de bir başka takımlılığını da ortaya koyabilen biriyim. Belki de uzun bir aradan sonra başlangıcı bu satırlarla bu yüzden yapıyorum.

Bir dakikalık bir klip izledim bugün. Anadolu Efes oyuncuları iyi bir müzik performansıyla taraftarına sesleniyor klipte. Yalnız bu projede ters giden bir şeyler var. Diyorum ya "iyi bir müzik performansı" diye. Ters giden şey sanırım bizzat bu. Son 5 maçta dört Final Four adayı takıma karşı kaybetmiş, dört maçta 92 sayı fark yemiş Anadolu Efes'in çeyrek final için Olympiakos deplasmanında umutlarını zora soktuğu bir maçın ertesinde bu klibin gösterilmesi biraz ilginç geldi bana. Kesinlikle artniyet anlamında söylemiyorum ama Anadolu Efes taraftarı ve diğer Efes'liler takımlarına bu kadar kırgın ve kızgınken bu felaket PR zamanlamasının kulübün tüm kanatlarından büyük bir şevkle sunulması bende inanılmaz bir hayalkırıklığı yarattı. Herkes 30 milyon dolarlık bütçenin sahaya "Avrupalı Efes"i koymasını beklerken stüdyoda oyuncularımızın taraftara şarkı söylemesinin anlamını yazının sonuna saklıyorum.

Tabi olayın bir de farklı ve bambaşka bir yanı var. Şarkı taraftara söyleniyor, klip taraftara çekiliyor ama salonda belki de hayatlarında Sinan Erdem'e, Abdi İpekçi'ye yolu düşmemiş yüzlerce genç oynatılmış. Efes taraftarına seslenirken salonda daimi taraftar olan "Efesliler" yok. Seversiniz  sevmezsiniz, beğenirsiniz beğenmezsiniz o ayrı bir konu ama bu "Efesliler" gerçeğini değiştirmez. Bugün o klipte salona atıyorum 2000 kişi koyup içine Efesliler'i koysalar, herkese de emniyetteki gibi teşhis numarası verseler ben sade bir basketbol seyircisi olarak o salonda Pınar'ı, Fahir'i, Ahmet'i , Didem'i, Özlem'i, Önder Abi'yi, Burhan'ı ve diğerlerini 2 dakika içinde rahatlıkla seçerim. Bunu ben yapabiliyorsam Anadolu Efes kulübünün çok rahat yapması gerekirdi. Bilmediğimiz şeyler varsa birşey diyemem bunu ancak taraflar açıklar ama kulüp gel deseydi o salona işini gücünü bırakıp koşarak gidecek onlarca insan tanıyorum. Üstelik birçoğuyla tanışmamış, tek kelime bile muhabbet etmemiş olmama rağmen.

İsterdik ki Efes Top 16'da fırtına gibi eserken şu klip yayınlansın, her maç tribünler bu şarkıyla coşsun ama şu şartlarda klip bana bir türlü sevimli gelmedi malesef. Çünkü Anadolu Efes ve Ufuk Sarıca parkeye mucize koymazsa klipte oynayan ve oynamayan oyuncular Mayıs'ta belki de o seslendikleri taraftarların bazılarının yerine salonda oturarak onları o keyiften mahrum edecekler. İronik ama ütopik değil. Klipte sahaya koyulan oyun gibi Kerem'in tek başına başrolde olması, uzunların hiçbir katkısının olmaması da ayrı bir ironik tablo oluşturmuş.

Şu klibin şu zamanda yayınlanması "karısını aldatan adamın aynı akşam eve elinde çiçeklerle gelmesi" gibi birşey. Her ikisinde de niyet güzel, malzeme güzel, düşünce güzel lakin zaman yanlış. Efes'liler kendisi aldatılmış hissediyor şu an, bir demet çiçek kimseyi memnun etmez.

 
Maliano - Kaynak göstermeden çalan çırpan Schortsanitis'in altında kalsın...