Başladı da nitekim, dün oynanan Estudiantes-Real Madrid maçıyla birlikte Avrupa’nın tartışmasız en kaliteli ligi start aldı. Avrupa basketbolunu takip edenler için EL kadar lezzetli bir organizasyondur ACB, Play-Off iddiasıyla yola çıkan takımların çoğu EL’de yüksek hedeflere koşan-koşabilecek potansiyele sahip ekiplerdir. Taraftar ortalaması, oyuncu kalitesi, ligin rekabetçi yapısı vs. göz önüne alındığında ACB’nin başlıyor olmasından heyecan duymamak mümkün değil.
Barcelona: Hiç uzatmayacağım: bu takım Avrupa’nın en iyisi… Geçtiğimiz sezon tüm Avrupa’yı domine ettikten sonra içeride Caja Laboral’den tokat yiyen ve beklenmedik bir şekilde ligi kaybeden Barcelona bu seneye Süper Kupa’daki korkutucu performansıyla yine çok iyi başladı. Yazı transfer hareketliliği bakımından sakin geçiren Katalan ekibinde gelen oyuncu hanesinde “Kosta Perovic” yazmakta sadece… Lubos Barton’un ayrıldığı kadronun bu sene de “savunması süründürür, hücumu öldürür” tadında bir sertlikle karşımızda olacağını söyleyebiliriz. Hani bu takımla ilgili ne yazılabilir, enteresan ne not verilebilir diye düşünüyorum; aklıma “Rubio sonunda 20’li yaşları gördü!!” den başka geyik de gelmiyor. Hani belki “Lakovic, yavrucuğum, artık sen de ayrıl şu takımdan, iki taraf da rahat etsin” de denebilir, denebilir mi? Gerçekten Avrupa’nın hem en donanımlı hem de en oturmuş kadrosundan bahsediyoruz. Şu anda gündemde olan Rudy Fernandez transferinin gerçekleşmesi kadayıfın üstündeki kaymak misali olur, o olmadan da bu takım içeride ve dışarıda her kupanın en büyük favorisidir. Ligdeki en ciddi rakipleri gibi gözüken Caja Laboral’e (sadece o pozisyonda değil ama en ezici üstünlüğün orada olduğundan bahsedebiliriz, en azından şu anda) uzun rotasyonunda, Real Madrid’e ise her şeyden önce işin psikolojik boyutunda ciddi üstünlük kurmuş Barcelona’yı ne kadar övsek yeridir. Fenerbahçe Ülker’in grubunda olmalarından mütevellit en az 1 kere canlı izleme şansımız da olacak kendilerini, gerçi olmasa daha iyi de olabilirdi sanki… Bu arada bir Barcelona ve Basile-sever olarak kendisini yine bu formayla izleyebilecek olmak da ayrıca keyifli… İyiler, çok iyiler…
Real Madrid: Messina’nın tutmayan projesi mi desek yoksa bunu söylemek için biraz daha mı beklesek? Geçen sezon farklı bir transfer stratejisi, Ante Tomic’e kadar “olmuşları toplama” felsefesi; bu sene ise Mirotic’e yer açan, Carlos Suarez’e yatırım yapan, Rodriguez’i de İspanya’ya geri getirip yine geniş ama daha farklı bir kadro kurmaya çalışan Madrid temsilcisi… Bullock, Hansen, Jaric, Kaukenas ve D.Lavrinovic gibi yükte ve pahada ağır oyunculara yol veren Real’de yukarıda saydığımız isimlerin dışında D’or Fischer ve Clay Tucker da kadroya katılmış durumda. Yine epey hareketli geçirdikleri transfer döneminin ardından ilk ciddi sınavda karşılarında Barcelona’yı bulma talihsizliğini yaşayan Real’de sezona giriş epey tatsız oldu. Dünkü Estudiantes maçını, aslında işlerin kendileri lehine çok iyi gitmediği bir seyre rağmen çevirmeyi başaran Real’in en azından lige iyi başladığını söyleyebiliriz. Hücumda ve savunmada düzenlerini oturtmaları için zamana ihtiyaçları olacak gibi gözüküyor ancak şunu söylemek çok da anlamsız olmayacaktır, bu sene Messina’nın ekibinden geçen seneye göre çok daha fazla beklenti var. Buna cevap verip veremeyecekleri ilerleyen dönemde belli olacak. Ancak bir basketbol sever olarak Real Madrid’in kağıt üzerindeki kadrosunun, özellikle farklı pozisyonlardaki genç ve halen genç sayılabilecek ya da potansiyelleri doğrultusunda gelişim gösterebilecek oyuncularla birlikte gayet lezzetli olduğunu söyleyebilirim (Llull, Velickovic, Tomic, Suarez ve Mirotic gibi isimler diyerek bu arkadaşları deşifre de edelim). Biraz sabır, biraz Barcelona’dan uzak durmak, biraz da Messina’nın sihirli değneği lazım herhalde…
Power Electronics Valencia: Geçtiğimiz sezonun başarılı takımı Valencia, bu sene kadrosunda önemli değişiklikler yaptı ya da yapmak durumunda kaldı. Koçları Neven Spahija’yı sade bir törenle Fenerbahçe’ye yolcu edip, Kelati-Nielsen-Perovic üçlüsünü kaybetseler de (ki kayıp listesine Florent Pietrus da eklenebilir) adı uzun süre başka takımlarla anılan Rafa Martinez’i tutabilmek onlar adına çok kıymetliydi. Transfer döneminde, Sevilla’daki performansıyla kıymetini kanıtlamış olan ancak Dünya Şampiyonası’ndaki çıkışıyla değeri iyice artan Dusko Savanovic başta olmak üzere Robertas Javtokas, James Augustine, Omar Cook, Marc Fernandez, Jeremy Richardson (ki bu oyuncu, iptal olan Kennedy Winston transferinden sonra kadroya katıldı) ve son olarak da Bruno Sundov gibi isimleri kadroya kattılar. Onca gelen giden ismin arasında takımın en önemli isimlerinin bana göre geçtiğimiz sezondan kadroda kalan De Colo-Rafa Martinez-Victor Claver-Lischchuk dörtlüsü olduğunu ilave edelim. Yeni koç Manuel Hussein’in elindeki kadro, geçtiğimiz sezon Spahija’nın ekibinin ulaştığı dereceyi tekrarlayabilecek yeterliliğe sahip gözüküyor. Geldikleri torba da düşünüldüğünde, Efes Pilsen’in grubunda yer alacak Valencia’nın son derece şanssız bir kura olduğunu söyleyebiliriz Laciver-Beyazlılar için.
Unicaja Malaga: Geçtiğimiz sezonu iyi geçiremeyen, normal sezonda ve Play-Off’ta Valencia’nın arkasında kalan Malaga’da bu sene daha yukarı çıkabilmek için atılan en önemli adım Terrell McIntyre. Siena’daki performansıyla çoğu takımın gözdesi olan Amerikalı oyuncunun bir sonraki durağı İspanya oldu, zaten Malaga’nın McIntyre dışında bir de Uros Tripkovic ve Gustavo Barrea’yı kadrosuna kattığını belirtelim. Omar Cook, Joseph Gomis, Jiri Welsch, Zabian Dowdell ve Gary Neal gibi isimlerle “gidenler” hanesi kalabalık olan takımlardan biri Unicaja Malaga, tıpkı geçen sezon olduğu gibi kapağı ilk dörde atma yolunda karşısında çok ciddi rakipler bulacak. Koç Reneses yönetimindeki takımın geleceği noktada McIntyre’nin yaratacağı fark kadar Printezis’in iyi bir sezon geçirmesi, tecrübeli Jimenez’in performansı ve aslında kendisinden daha çok şey beklenen Blanco’nun verimi de önemli olacak. Tıpkı Caja Laboral’de olduğu gibi onların da çok ciddi bir basketbol kültürü avantajları ceplerinde, onun için Malaga’nın beklentilerin üstüne çıkması kimseyi şaşırtmayacaktır. Biraz McIntyre’ye, biraz da Printezis-Tripkovic-Freeland gibi gençlerin performanslarına dikiz…
DKV Joventut: Rubio-Rudy ikilisinden sonra bellerini doğrultmaları zordu, öyle de oldu (hatta kayıp listesine Lubos Barton ve Pau Ribas da eklenebilir). Her daim önemli gençleri kadrosunda barındıran, alttan oyuncu çıkarma konusundaki disiplini takdiri hak eden Badalona’nın çok ciddi bütçeleler arasında ve bu denli rekabetçi bir ortamda başarılı olması için ya bu şartlara uyması ya da eldeki gençleri-olmuş oyuncuları kadroda tutabilmesi gerekiyor. İkisi de zor elbette, onun için Badalona geçiş dönemleri yaşamak zorunda kalıyor, bu sefer de o geçiş epey sert oluyor. Katalan temsilcisi geçtiğimiz sezon uzun süre sonra (2001-2002 sonrası) Play-Off dışında kaldı; bu sene de kadrosundan Clay Tucker, Uros Tripkovic, Hdez-Sonseca, Alain Koffi gibi önemli isimleri kaybettiler. Gelenler listesinde Will McDonald, Russell Robinson, Jordi Trias, Carl English ve Quinton Hosley gibi isimler var. Pere Tomas (ki takımın kaptanı), Henk Norel, David Jelinek ve Josep Franch gibi genç oyuncular da var. Açıkçası ben Badalona’dan Play-Off yarışında yer bulmaya çalışmalarını ancak bunda epey zorlanmalarını bekliyorum. Yanılmayı dilerim ama mevcut şartlarda zor gibi; burada da bizim için ekstra motivasyon genç oyuncular olacak; Trias’ın da Barcelona dışı macerası enteresan not…
Asefa Estudiantes: Bu sene Suarez’siz, Lofton’suz, Caner-Medley’siz bir Estudiantes izleyeceğiz evet. Geçtiğimiz sezonun başarılı takımı, diğer Play-Off adaylarının geçirdiği yaz dönemi de düşünüldüğünde bu sefer daha çok zorlanacak gibi gözükse de Estudiantes yine de bu ligin keyifli takımlarından biri olacak. Welsch, Asselin ve Tyrone Ellis en önemli takviyeleri gibi gözüküyor ama Real Madrid maçında izlediğimiz Estudiantes’in en büyük kozu, taraftar desteğiyle birlikte ritm bulduklarında yaratabilecekleri şut tehdidi ve patlama kimliği olan takım olmaları… Jasen-Granger ikilisi elde kalan önemli yabancılar, German Gabriel de potadan uzaklaştığında da tehlikeli olabilecek bir uzun. Çok sert bir savunma takımı beklemiyoruz onlardan ama birkaç satır yukarıda belirttiğimiz gibi, başa bela olmaya aday hücum potansiyellerinin altı çizilmeli. İlk bakışta geçtiğimiz sezonun üstüne koyamamış, hatta kan kaybetmiş bir ekip gibi gözükseler de Estudiantes’in yine iç saha performanslarıyla Play-Off’a kapak atmaya çalışacak bir ekip olacağını öngörebiliriz. Jasen’in de sahiden hastasıyız yahu…
Cajasol Sevilla: Joan Plaza geçen sezon ciddi bir savunma takımı çıkarmıştı ortaya. Bu sene de Calloway ve Kirksay’i kadroda tutmayı başarıp yanlarına Louis Bullock’u eklemeleri onlara kısa oyuncu kadrosunda enteresan bir üçlü yaratma fırsatı tanıdı ki genç oyuncu Tomas Satoransky’nin adını da anmadan geçmeyelim. Alicante’den transfer Litvanyalı oyuncu Mindaugas Katelynas da onlar adına önemli takviye&oyuncular listesinde belirtilmeli. Sevilla’yı bu senenin Play-Off adayları arasına iliştirelim, orayı zorlamalarını beklediğimizi belirtelim.
Bizkaia Bilbao Basket: Kağıt üzerinde sahiden etkileyici bir kadrodan bahsediyoruz. Bir Barcelona-Real-Caja Laboral seviyesinde değilse bile bence transfer dönemini son derece verimli geçirmiş, geçen senenin üzerine koyabilmiş bir ekip Bilbao. Banic, Hervelle, Mumbru ve Warren gibi önemli isimler halen kadroda; Sonseca, Mavroeidis ve Vasileiadis önemli takviyeler. Takımın direksiyonuna geçecek isim konusunda yaşamaları muhtemel sıkıntı en büyük handikapları gibi gözüküyor ancak Bilbao da bizim “Play-Off adayları” listemize girmeyi hak eden adaylardan biri… Banic gibi severek takip ettiğimiz, daha çok parlamasını istediğimiz bir oyuncuyu kadrolarında barındırmaları da ayrı bir motivasyon kaynağı…
Bundan sonraki kısmı “diğerleri” şeklinde başlıklandırabiliriz, biz ilk etapta daha çok sivrilen takımlara dikiz yapmakla yetinelim, EL’de mücadele edecek olanlara zaten yakın zamanda daha detaylı bir şekilde bakacağız. ACB her sene kendi değerlerini yaratabilen, şampiyonluk potasına kadar giremeseler de sürpriz çıkışlar yapabilen takımları sivriltebilen bir lig. Granada, Gran Canaria, Alicante ya da diğerleri; bu ligin tüm takımlarıyla birlikte Avrupa basketbolunun en heyecan verici yerel platformu olduğunu söyleyebiliriz. Dün Estudiantes-Real Madrid maçıyla başlayan lige bu sadece kısa bir genel bakış yazısı; sene sonu geldiğinde bu yazıya dönüp, keyifle nerelerde yanıldığımızı, nerelerde beklentilerimizin gerçekleştiğini analiz ediyor oluruz. Önce ACB, pek yakında da EL; hazırız, başlıyoruz efenim…
Sezon başlamışken lige kısaca bir bakış yapıyor, en azından “baba” takımların en belirgin özellikleriyle birlikte ligin yapısının üstünden geçiyor olalım. Mikrofonlar ilk önce Baskonia’da:
Caja Laboral: Geçtiğimiz sezonun şanlı Barcelona direnişinin mimarı Caja Laboral (ki sizi bilmem ama benim içimden halen onlara bağıra çağıra “Tau” diyesim geliyor) bu sene de iddialı (çok klişe olduğunun farkındayım). Kadronun en önemli kaybı Tiago Splitter elbette, Brezilyalı pivot pozisyonunda Avrupa’nın en dominant oyuncularından biri hiç şüphesiz. Lior Eliyahu, Carl English ve Walter Herrmann gibi oyuncularla da yollarını ayıran Bask ekibinin takviyeleri arasında “wonderkid” Nemanja Bjelica, tanıdık isim Marcus Haislip, skorer oyuncu David Logan yer alıyor. Florent Pietrus kadroda ancak kendisiyle yapılan anlaşma yalnız 1 aylık, kuvvetle muhtemel bu oyuncunun kaderi yakın dönemde belli olur. Dejan Musli de denenen genç oyunculardan biri ancak Caja Laboral’in şu anda 11 kişi gözüken kadrosuna yakın dönemde kalıplı bir uzun katma girişimi olabileceğini ekleyebiliriz herhalde. Mevcut yapıda geçtiğimiz sezon (Huertas, San Emeterio, Teletovic gibi) takımı sürükleyen oyuncuların sırtında gitmesi beklenebilecek bir takım görüyoruz; Barac’ın hazırlık döneminde sergilediği olumlu performansı devam ettirmesi de onlar adına tercih sebebi olacaktır. Logan ve Haislip transferleri çok hoşuma gitmese de orada basketbol kültürü ve hava yine farklı bir takım ortaya çıkartacaktır. Görünen en büyük dezavantajları pivot pozisyonundaki eksiklik olsa da Caja Laboral’in bu ligin zirve adaylarından biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bask ekibi için birazdan bahsediyor olacağımız Barcelona gücüne bir adım daha yaklaşabilmek için uzun oyuncu konusunda 90+3 takviyesi ve özellikle Logan’ı sistemlerinin içine dahil edebilmeleri gerekiyor. Kendilerine ilk uyarı Valencia’dan geldi, dikkate alınmıştır herhalde… Barcelona: Hiç uzatmayacağım: bu takım Avrupa’nın en iyisi… Geçtiğimiz sezon tüm Avrupa’yı domine ettikten sonra içeride Caja Laboral’den tokat yiyen ve beklenmedik bir şekilde ligi kaybeden Barcelona bu seneye Süper Kupa’daki korkutucu performansıyla yine çok iyi başladı. Yazı transfer hareketliliği bakımından sakin geçiren Katalan ekibinde gelen oyuncu hanesinde “Kosta Perovic” yazmakta sadece… Lubos Barton’un ayrıldığı kadronun bu sene de “savunması süründürür, hücumu öldürür” tadında bir sertlikle karşımızda olacağını söyleyebiliriz. Hani bu takımla ilgili ne yazılabilir, enteresan ne not verilebilir diye düşünüyorum; aklıma “Rubio sonunda 20’li yaşları gördü!!” den başka geyik de gelmiyor. Hani belki “Lakovic, yavrucuğum, artık sen de ayrıl şu takımdan, iki taraf da rahat etsin” de denebilir, denebilir mi? Gerçekten Avrupa’nın hem en donanımlı hem de en oturmuş kadrosundan bahsediyoruz. Şu anda gündemde olan Rudy Fernandez transferinin gerçekleşmesi kadayıfın üstündeki kaymak misali olur, o olmadan da bu takım içeride ve dışarıda her kupanın en büyük favorisidir. Ligdeki en ciddi rakipleri gibi gözüken Caja Laboral’e (sadece o pozisyonda değil ama en ezici üstünlüğün orada olduğundan bahsedebiliriz, en azından şu anda) uzun rotasyonunda, Real Madrid’e ise her şeyden önce işin psikolojik boyutunda ciddi üstünlük kurmuş Barcelona’yı ne kadar övsek yeridir. Fenerbahçe Ülker’in grubunda olmalarından mütevellit en az 1 kere canlı izleme şansımız da olacak kendilerini, gerçi olmasa daha iyi de olabilirdi sanki… Bu arada bir Barcelona ve Basile-sever olarak kendisini yine bu formayla izleyebilecek olmak da ayrıca keyifli… İyiler, çok iyiler…
Real Madrid: Messina’nın tutmayan projesi mi desek yoksa bunu söylemek için biraz daha mı beklesek? Geçen sezon farklı bir transfer stratejisi, Ante Tomic’e kadar “olmuşları toplama” felsefesi; bu sene ise Mirotic’e yer açan, Carlos Suarez’e yatırım yapan, Rodriguez’i de İspanya’ya geri getirip yine geniş ama daha farklı bir kadro kurmaya çalışan Madrid temsilcisi… Bullock, Hansen, Jaric, Kaukenas ve D.Lavrinovic gibi yükte ve pahada ağır oyunculara yol veren Real’de yukarıda saydığımız isimlerin dışında D’or Fischer ve Clay Tucker da kadroya katılmış durumda. Yine epey hareketli geçirdikleri transfer döneminin ardından ilk ciddi sınavda karşılarında Barcelona’yı bulma talihsizliğini yaşayan Real’de sezona giriş epey tatsız oldu. Dünkü Estudiantes maçını, aslında işlerin kendileri lehine çok iyi gitmediği bir seyre rağmen çevirmeyi başaran Real’in en azından lige iyi başladığını söyleyebiliriz. Hücumda ve savunmada düzenlerini oturtmaları için zamana ihtiyaçları olacak gibi gözüküyor ancak şunu söylemek çok da anlamsız olmayacaktır, bu sene Messina’nın ekibinden geçen seneye göre çok daha fazla beklenti var. Buna cevap verip veremeyecekleri ilerleyen dönemde belli olacak. Ancak bir basketbol sever olarak Real Madrid’in kağıt üzerindeki kadrosunun, özellikle farklı pozisyonlardaki genç ve halen genç sayılabilecek ya da potansiyelleri doğrultusunda gelişim gösterebilecek oyuncularla birlikte gayet lezzetli olduğunu söyleyebilirim (Llull, Velickovic, Tomic, Suarez ve Mirotic gibi isimler diyerek bu arkadaşları deşifre de edelim). Biraz sabır, biraz Barcelona’dan uzak durmak, biraz da Messina’nın sihirli değneği lazım herhalde…
Power Electronics Valencia: Geçtiğimiz sezonun başarılı takımı Valencia, bu sene kadrosunda önemli değişiklikler yaptı ya da yapmak durumunda kaldı. Koçları Neven Spahija’yı sade bir törenle Fenerbahçe’ye yolcu edip, Kelati-Nielsen-Perovic üçlüsünü kaybetseler de (ki kayıp listesine Florent Pietrus da eklenebilir) adı uzun süre başka takımlarla anılan Rafa Martinez’i tutabilmek onlar adına çok kıymetliydi. Transfer döneminde, Sevilla’daki performansıyla kıymetini kanıtlamış olan ancak Dünya Şampiyonası’ndaki çıkışıyla değeri iyice artan Dusko Savanovic başta olmak üzere Robertas Javtokas, James Augustine, Omar Cook, Marc Fernandez, Jeremy Richardson (ki bu oyuncu, iptal olan Kennedy Winston transferinden sonra kadroya katıldı) ve son olarak da Bruno Sundov gibi isimleri kadroya kattılar. Onca gelen giden ismin arasında takımın en önemli isimlerinin bana göre geçtiğimiz sezondan kadroda kalan De Colo-Rafa Martinez-Victor Claver-Lischchuk dörtlüsü olduğunu ilave edelim. Yeni koç Manuel Hussein’in elindeki kadro, geçtiğimiz sezon Spahija’nın ekibinin ulaştığı dereceyi tekrarlayabilecek yeterliliğe sahip gözüküyor. Geldikleri torba da düşünüldüğünde, Efes Pilsen’in grubunda yer alacak Valencia’nın son derece şanssız bir kura olduğunu söyleyebiliriz Laciver-Beyazlılar için.
Unicaja Malaga: Geçtiğimiz sezonu iyi geçiremeyen, normal sezonda ve Play-Off’ta Valencia’nın arkasında kalan Malaga’da bu sene daha yukarı çıkabilmek için atılan en önemli adım Terrell McIntyre. Siena’daki performansıyla çoğu takımın gözdesi olan Amerikalı oyuncunun bir sonraki durağı İspanya oldu, zaten Malaga’nın McIntyre dışında bir de Uros Tripkovic ve Gustavo Barrea’yı kadrosuna kattığını belirtelim. Omar Cook, Joseph Gomis, Jiri Welsch, Zabian Dowdell ve Gary Neal gibi isimlerle “gidenler” hanesi kalabalık olan takımlardan biri Unicaja Malaga, tıpkı geçen sezon olduğu gibi kapağı ilk dörde atma yolunda karşısında çok ciddi rakipler bulacak. Koç Reneses yönetimindeki takımın geleceği noktada McIntyre’nin yaratacağı fark kadar Printezis’in iyi bir sezon geçirmesi, tecrübeli Jimenez’in performansı ve aslında kendisinden daha çok şey beklenen Blanco’nun verimi de önemli olacak. Tıpkı Caja Laboral’de olduğu gibi onların da çok ciddi bir basketbol kültürü avantajları ceplerinde, onun için Malaga’nın beklentilerin üstüne çıkması kimseyi şaşırtmayacaktır. Biraz McIntyre’ye, biraz da Printezis-Tripkovic-Freeland gibi gençlerin performanslarına dikiz…
DKV Joventut: Rubio-Rudy ikilisinden sonra bellerini doğrultmaları zordu, öyle de oldu (hatta kayıp listesine Lubos Barton ve Pau Ribas da eklenebilir). Her daim önemli gençleri kadrosunda barındıran, alttan oyuncu çıkarma konusundaki disiplini takdiri hak eden Badalona’nın çok ciddi bütçeleler arasında ve bu denli rekabetçi bir ortamda başarılı olması için ya bu şartlara uyması ya da eldeki gençleri-olmuş oyuncuları kadroda tutabilmesi gerekiyor. İkisi de zor elbette, onun için Badalona geçiş dönemleri yaşamak zorunda kalıyor, bu sefer de o geçiş epey sert oluyor. Katalan temsilcisi geçtiğimiz sezon uzun süre sonra (2001-2002 sonrası) Play-Off dışında kaldı; bu sene de kadrosundan Clay Tucker, Uros Tripkovic, Hdez-Sonseca, Alain Koffi gibi önemli isimleri kaybettiler. Gelenler listesinde Will McDonald, Russell Robinson, Jordi Trias, Carl English ve Quinton Hosley gibi isimler var. Pere Tomas (ki takımın kaptanı), Henk Norel, David Jelinek ve Josep Franch gibi genç oyuncular da var. Açıkçası ben Badalona’dan Play-Off yarışında yer bulmaya çalışmalarını ancak bunda epey zorlanmalarını bekliyorum. Yanılmayı dilerim ama mevcut şartlarda zor gibi; burada da bizim için ekstra motivasyon genç oyuncular olacak; Trias’ın da Barcelona dışı macerası enteresan not…
Asefa Estudiantes: Bu sene Suarez’siz, Lofton’suz, Caner-Medley’siz bir Estudiantes izleyeceğiz evet. Geçtiğimiz sezonun başarılı takımı, diğer Play-Off adaylarının geçirdiği yaz dönemi de düşünüldüğünde bu sefer daha çok zorlanacak gibi gözükse de Estudiantes yine de bu ligin keyifli takımlarından biri olacak. Welsch, Asselin ve Tyrone Ellis en önemli takviyeleri gibi gözüküyor ama Real Madrid maçında izlediğimiz Estudiantes’in en büyük kozu, taraftar desteğiyle birlikte ritm bulduklarında yaratabilecekleri şut tehdidi ve patlama kimliği olan takım olmaları… Jasen-Granger ikilisi elde kalan önemli yabancılar, German Gabriel de potadan uzaklaştığında da tehlikeli olabilecek bir uzun. Çok sert bir savunma takımı beklemiyoruz onlardan ama birkaç satır yukarıda belirttiğimiz gibi, başa bela olmaya aday hücum potansiyellerinin altı çizilmeli. İlk bakışta geçtiğimiz sezonun üstüne koyamamış, hatta kan kaybetmiş bir ekip gibi gözükseler de Estudiantes’in yine iç saha performanslarıyla Play-Off’a kapak atmaya çalışacak bir ekip olacağını öngörebiliriz. Jasen’in de sahiden hastasıyız yahu…
Cajasol Sevilla: Joan Plaza geçen sezon ciddi bir savunma takımı çıkarmıştı ortaya. Bu sene de Calloway ve Kirksay’i kadroda tutmayı başarıp yanlarına Louis Bullock’u eklemeleri onlara kısa oyuncu kadrosunda enteresan bir üçlü yaratma fırsatı tanıdı ki genç oyuncu Tomas Satoransky’nin adını da anmadan geçmeyelim. Alicante’den transfer Litvanyalı oyuncu Mindaugas Katelynas da onlar adına önemli takviye&oyuncular listesinde belirtilmeli. Sevilla’yı bu senenin Play-Off adayları arasına iliştirelim, orayı zorlamalarını beklediğimizi belirtelim.
Bizkaia Bilbao Basket: Kağıt üzerinde sahiden etkileyici bir kadrodan bahsediyoruz. Bir Barcelona-Real-Caja Laboral seviyesinde değilse bile bence transfer dönemini son derece verimli geçirmiş, geçen senenin üzerine koyabilmiş bir ekip Bilbao. Banic, Hervelle, Mumbru ve Warren gibi önemli isimler halen kadroda; Sonseca, Mavroeidis ve Vasileiadis önemli takviyeler. Takımın direksiyonuna geçecek isim konusunda yaşamaları muhtemel sıkıntı en büyük handikapları gibi gözüküyor ancak Bilbao da bizim “Play-Off adayları” listemize girmeyi hak eden adaylardan biri… Banic gibi severek takip ettiğimiz, daha çok parlamasını istediğimiz bir oyuncuyu kadrolarında barındırmaları da ayrı bir motivasyon kaynağı…
Bundan sonraki kısmı “diğerleri” şeklinde başlıklandırabiliriz, biz ilk etapta daha çok sivrilen takımlara dikiz yapmakla yetinelim, EL’de mücadele edecek olanlara zaten yakın zamanda daha detaylı bir şekilde bakacağız. ACB her sene kendi değerlerini yaratabilen, şampiyonluk potasına kadar giremeseler de sürpriz çıkışlar yapabilen takımları sivriltebilen bir lig. Granada, Gran Canaria, Alicante ya da diğerleri; bu ligin tüm takımlarıyla birlikte Avrupa basketbolunun en heyecan verici yerel platformu olduğunu söyleyebiliriz. Dün Estudiantes-Real Madrid maçıyla başlayan lige bu sadece kısa bir genel bakış yazısı; sene sonu geldiğinde bu yazıya dönüp, keyifle nerelerde yanıldığımızı, nerelerde beklentilerimizin gerçekleştiğini analiz ediyor oluruz. Önce ACB, pek yakında da EL; hazırız, başlıyoruz efenim…
3 yorum:
Takto Derki: Ellerine sağlık patron.
Çok güzel bir değerlendirme olmuş ellerinize sağlık.
estudiantes'te daniel clark ismine de dikkat etmek lazım bana kalırsa, real madrid karşısında 8 sayı atmış ve pek etkili olamamış sanırım (maçı izleme fırsatım olmadı) ancak onun patlama vakti geldi.
Yorum Gönder