Sitedeki bütün yazılar tarafımızdan hazırlanmaktadır. Kaynak göstermeden çalan çırpan Schortsanitis'in altında kalsın.

5 Şubat 2011 Cumartesi

Real Madrid: 89 - Efes Pilsen: 86 (Messina İstedi, Efes Pilsen Kırmadı)

Haftaiçi uzun zamandır göremediğim bir dostumla buluştuğum için neredeyse bütün Euroleague programından uzak kaldım. Bugün maçları izleyerek kısmen de olsa telafi edebildim. İlk tercihim tabi ki haftanın maçı Real Madrid - Efes Pilsen oldu. Partizan deplasmanında biraz da rakibin zayıflığı sebebiyle toparlanmış görüntüsü çizen Efes Pilsen için aslında değişen çok fazla birşey olmadığını, her ne kadar formda gibi görünse de Efes Pilsen'le aynı durumda olan Real Madrid'in gençlik aşısı ve koç faktörüyle Efes Pilsen'i kontrollü bir maç sonrası rahat yenebileceğini düşünmüştüm. Beni yanıltan istikrarsız Real Madrid değil, karakterli bir oyun ortaya koyan Efes Pilsen oldu. Çok oturaklı ve ne yaptığını bilen Efes Pilsen maç sonundaki amatörce hataları yapmasa belki de bu maçta gruba noktayı koyabilirdi ama daha zor yoldan gitmeyi tercih etti. Tek teselli Madrid gibi bir deplasmanında sadece 3 sayı ile mağlup olarak İstanbul'da ikili averajda üstünlüğe geçebilme ihtimali. Tabi bu Siena'nın Efes Pilsen'e karşı koruduğu ihtimalin de birebir kopyası.

Maça olağanüstü başladı Efes Pilsen. Üstelik eşleşmelerdeki dezavantajına rağmen. Her ne kadar sakatlık sonrası eski ritmine henüz kavuşamamış olsa da savunmada iyi, hücumda sihirbaz Prigioni karşısında Wisniewski, baskılı savunmada top kaybı potansiyeli yüksek Rakocevic'in karşısında Avrupa'nın belki de en istekli, en mücadeleci, en baskıcı ismi Sergio Llull, Thornton'a karşı önemli bir boy ve kulaç üstünlüğü olan Carlos Suarez ve ayakları Vujcic'ten çok daha hızlı bir Tomic hava atışı yapılırken Real Madrid'i Efes Pilsen önünde 1-2 adım ileriye götürüyordu. Ama netice parke üzerinde alınıyor. Daha ilk 5 dakika bile dolmadan Efes Pilsen 12-0 lık seriyle Real Madrid önünde çift haneli farka ulaştığında Efes Pilsen'in ilk deplasman galibiyetini Top 16'nın ikinci haftasonda gören bizler için farklı bir akşam olacağını düşünmüştük. Ancak Messina'nın erken hamlesi ve hamlenin sonuç vermesi Real Madrid'i kısa bir süre içinde maça ortak etti ve belki de önemli bir galibiyetin mimarı yaptı. Maça başlayan Reyes - Tomic ikilisinin savunma ve hücumdaki kötü performansı sebebiyle ilk periyodda Fischer - Mirotic ikilisine dönen Messina, maçın genelinde bu ikiliyi bozmadı. Öyle ki Reyes ve Tomic'in aldığı sürelerin toplamı 24 dakika iken Mirotic 29, Fischer 31 dakika sahada kaldı. Diğer bir önemli hamle de Tucker ve Rodriguez'in takıma monte edilmesiydi. Belki Prigioni maçın yıldızlarındandı ama Llull'un Rakocevic savunmasında yıpranması ve son dönemde alıştığı gibi "savunulan" değil de "savunan" oyuncu olması hücum performansını da yarı yarıya düşürdü. Çünkü Llull Avrupa'da eşi benzeri az olan ve az yetişen türde bir oyuncu. Küçükken oynadığımız Street Hoop oyunundaki gibi bir enerji çubuğu var ve attıkça dolan, duldukça daha da şevke gelen bir motivasyon kaynağı var. Ama bu maçta hem Llull hem de Suarez beklenen performansların altında kaldılar. Efes Pilsen savunmasında boğuldular. Tucker bu maçta tam 34 dakika sahada kaldı ki bu ne Messina tarzına uygun bir rakam, ne de Tucker'ın bu sene ulaşabildiği bir süre. İlk defa geçen hafta Siena karşısında 30 dakikanın üzerinde (31 dk) sahada kalan Tucker'ın Real Madrid'le çıktığı 20 ACB maçının hiçbirinde 34 dakika sahada kalmadığını da eklemek gerekir. Buna özellikle değiniyorum çünkü koçlar genelde çok aksi bir durum olmadıkça ikinci yarılara maça başladıkları beşlerle çıkarlar. Ama Messina ikinci yarıya Fischer - Mirotic - Tucker üçlüsüyle başladı. İyi performans aldığı isimleri herzamanki gibi sahada tuttu ve bir şekilde maçı bu isimlerle kazanmayı bildi. Aşağıdaki Fischer'ın maç boyu denge değiştirdiği pozisyonlardan sadece bir tanesi;



Efes Pilsen'de maça mükemmel başlayan Rakocevic ve Thornton maçın ilerleyen dakikalarında savunmaya hücumdan fazla efor sarfetmek zorunda kalınca skor tabelası da aynı hızda değişti. Reyes - Tomic ikilisine ciddi bir üstünlük kuran Kerem Gönlüm - Vujcic ikilisi Fischer ve Mirotic oyuna girince gerçek anlamda savaşmak zorunda kaldılar. Ne Roberts ne de Raduljica savunma performansı anlamında istenen seviyede değiller. Buna Vujcic'in düşük enerjisi eklenince bu dörtlünün en yaşlısı Kerem Gönlüm sanki pota altının en genç oyuncusuymuş gibi yansıyor ekranlara. Savaşan, atlayan, özgüveni yükselen bir Kerem Gönlüm Efes Pilsen'in kalitesini bir adım yukarıya taşıyabilecek durumda. Ama tek başına kalmadığı sürece. Özgüveni öyle yüksek ki eskiden pota altını karıştıran, ribaund adamı olan Kerem Gönlüm en kritik Madrid deplasmanında son hücumda tereddüt etmeden üçlüğü kaldırıp atabiliyor. Bu maç başarılı oldu ama benzer atışlar için çok da cesur olmaması ilerisi için Efes Pilsen açısından daha mantıklı bir fikir gibi duruyor. Bir de alıştığımız Wisniewski sorunsalı var ki değinmeden geçmek olmaz. 20 dakika sahada kaldı Wisniewski. Netice 0 sayı ve 0 asist. Aynı sürede Kerem Tunçeri'nin 5 asisti var. Daha da önemlisi Kerem Tunçeri oyundayken arkama rahatça yaslanıp maçı izleyebiliyorum. Belki Kerem Tunçeri'nin fiziksel durumu tüm maçı kaldırabilecek seviyede değildi ama eminim olsaydı bile yine dakikaları paylaşırlardı. Her zaman şunu savunuyorum, Wisniewski çok kötü bir oyuncu değil ama Efes Pilsen'de takımı yönetecek, Efes Pilsen gibi sette oynayan bir takıma Final Four yolunda liderlik edecek birinci guard da değil. Caja Laboral gibi tempolu oynayan takımlarda belki birinci guard olabilir ama Efes Pilsen'de Ender Arslan'ın Wisniewski'ye feda edilmesi bu kadar potansiyelli ve istekli bir kadronun telef olmasına da yol açabilir. Yanlış anlaşılmasın Ender Arslan hiçbir zaman takdir ettiğim, beğendiğim bir oyuncu olmadı ama şu kadar haftadan sonra Wisniewski'den kötü olamazdı. Kadronuzda Teodosic, McCalebb, Jasikevicius gibi oyun kurucular olsa Ender Arslan ancak bu oyuncuları dinlendirmek için kullanılır ama Efes Pilsen'de mevcut şartlarda Ender Arslan vazgeçilecek oyuncu olmamalıydı. Yeni transfer Flip Murray da Lynn Greer'dan sonra ülkemizde ikinci savunma idolü(!) olacak gibi duruyor. Erken konuşmak istemem ancak Murray'in savunmadaki isteksiz ve umursamaz görüntüsü de gözden kaçacak gibi değil. Hücumda ABD'lilere fabrika ayarı olarak doğuştan yüklenen penetre özelliğini iyi kullanıyor ama birinin ona Avrupa'da şut çekerken ülkesindeki kadar özgür olmayacağını, burada oyuncuların basketi engellemek için kolu dirsekten ikiye bölebileceklerini söylemesi gerekiyor. Ben kurban aramayı ve hedef göstermeyi hiç sevmem ama bu maç tüm resme bakınca maçın kaybedilmesindeki en önemli faktörlerden biri Flip Murray olmuş. Son dakikalarda kaybettiği topa diğer pozisyonlarıyla eşit mesafede yaklaşarak bu yorumu yaptığımı da belirteyim. Bir de bitmek bilmeyen Rakocevic hadisesi. Rakocevic şu anda takımın 1 numaralı skor opsiyonu ve olması gerektiğinden çok daha heyecanlı parkede. Bunun hem kendisine, hem de takıma bazı anlarda zarar verdiğini söylemek gerekiyor. Rakocevic'in top kullanması gerektiğini düşündüğü kadar rakip koçlar da günler öncesinden ona top kullandırmamanın yollarını düşünüyor. Neticede karşılarında Avrupa sayı kralı olmuş yüksek potansiyelli bir oyuncu var. Rakocevic'in performansının artması oyun kurucu problemiyle doğrudan bağlantılı. Wisniewski karşı sahaya top taşıyıp birinin eline tutuşturmaktan başka hiçbir şey yaratamadığı için Rakocevic gereğinden fazla zorluyor ve kritik top kayıpları yapıyor. Rakocevic'in üzerine bir sistem kurmaktan ziyade onu Trajan Langdon gibi biraz daha arka plana çekecek ama gerektiğinde can yaktırabilecek bir modelde kullanmak şu an için daha doğru geliyor. Bunu yapabilmek için de en az Kerem Tunçeri gibi yaratıcı ve yetenekli ikinci bir oyun kurucuya ihtiyaç var. O da Perasovic inadıyla pek mümkün olacak gibi görünmüyor. Ne Igor Rakocevic eskisi kadar etkili ve korkutucu, ne de Melih Gümüşbıçak'ın sebebini tahmin ettiğimiz ama emin olamadığımız şekilde kustuğu nefreti hakedecek kadar kötü durumda. Sadece el yakan anlarda gereğinden fazla topla oynama heyecanı yüzünden bütün bir maç inşa ettiği kaleyi tek bir hamleyle yıkabiliyor. Kredisini öyle tüketmiş durumda ki Thornton'un son pozisyonda yaptığı faulü bile Rakocevic'in yaptığını zannedenler oldu sosyal medyada. Kalan üç haftada ve devamında artık maç kazandıran, kritik anlarda top kaybeden değil de topu potadan içeri geçiren Rakocevic olması gerekiyor.

Efes Pilsen atabileceği dev bir adımı son pozisyondaki amatörlüğüyle kaybetti. Ama şu an için kaybedilmiş hiçbir şey yok. 2 hafta sonra Real Madrid'i en az 4 sayıyla yendiğimiz takdirde tekrar grubun zirvesine oturacağız ve kalan iki maça liderlik için çıkacağız ki bana göre bu Real Madrid'i gereken farkla yenmek çok da zor bir olay değil. Yeter ki Sinan Erdem'in boğucu atmosferinde iyi savunma yapalım. Efes Pilsen Belgrad'da kazanmasına rağmen bana çeyrek final ışığı vermemişti. Bu hafta amatörce kaybetmesine rağmen o ışığı fazlasıyla verdi. Artık herşey Perasovic'in ellerinde. Detaylı istatistikler burada.

0 yorum:

 
Maliano - Kaynak göstermeden çalan çırpan Schortsanitis'in altında kalsın...