Sitedeki bütün yazılar tarafımızdan hazırlanmaktadır. Kaynak göstermeden çalan çırpan Schortsanitis'in altında kalsın.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Yenilenen ve Değişen Siena

Fenerbahçe Ülker bugün Avrupa’daki en önemli sınavlarından birine çıkacak. En zor değil ama en önemlilerinden biri. Bir haftadır dilimizden düşürmediğimiz karakter ve realite kelimelerinin anlam bulması, Fenerbahçe Ülker’in Avrupa’da kaybolan birkaç yılının telafisi için son derece kritik bir maç olacak. Rakip bir zamanların “bol şampiyonlu”  ülkesi İtalya’nın son dönemdeki tek kutuplu liginin hakimi Montepaschi Siena.

Son birkaç yılda takım düzeni ve sistem konusunda birçok takıma örnek olan Siena’nın yeni halini görüp doğru değerlendirmeyi yapabilmek, Siena için yıllardır kullandığımız klişe tabirleri ezbere kullanmamak için haftabaşından itibaren bulabildiğim her boş anda Siena’nın oynadığı ilk üç Eurolig maçını izlemeye çalıştım. Hedefim dün akşamüstü maçları tamamlayarak yazıyı hazırlamaktı ama akşamı hastanede geçirmek zorunda kalınca planladığımdan daha kısa bir değerlendirme yapmak zorunda kaldım. İnşallah 3-4 yıldır hayalini kurduğum atmosferi TV başından da olsa izleme şansım olur.

İzlediğim maçlardan çıkardığım ilk ve en keskin sonuç yenilenen Siena’nın bu süreci sadece isimlerde değil, özünde de yaşadığı oldu. McIntrye, Sato , Hawkins , Domercant ve Eze gibi hem star, hem de dişlinin önemli çarklarını kaybeden bir takımın bütçe düşürerek aynı çizgide kalabilmesi zaten kolay değil. Siena da belli ki bunun sıkıntısını fazlasıyla çekiyor. Her üç maçta da (Cholet , Rytas ve kısmen izleyebildiğim Cibona) Siena’nın yediği baskı, değişen bu kimliğin rakipler üzerinde yarattığı cesaretin birer yansıması. Yazı madem “Eski ve Yeni Siena karşılaştırması” ekseninde gidecek, biz de bu şekilde devam edelim. Eski Siena’da kısalar (McIntyre , Sato , Hawkins , Domercant) hem birebirde çok etkili , hem kendini şutunu yaratabilen, hem de baskıda akıllı top kullanıp boş arkadaşlarını görebilen isimlerdi. Hal böyle olunca hem faul sıkıntısına girmemek, hem de ceza şutu ve fast break yememek için rakipler Siena’ya kolay kolay baskı yapamıyordu. Yenilenen Siena’nın ilk 3 maçtaki top kayıpları (11, 14 ve 16) ve esasında top kaybı statüsünde olmasına rağmen istatistik değeri açısından o tabloya yazılmayan berbat hücumları bu değişimin ilk meyvesi. Ekşi bir meyve olduğu ortada. McCalebb yeteneklerini ispatlamış bir oyun kurucu olsa da asla bir McIntyre değil. Bunun sebebi de farklı tiplerde iki oyuncu olmaları. McIntyre oyunu sürükleyen, takımı sırtlayan oyuncuyken McCalebb daha çok tamamlayıcı ve belli oyun tipinde etkili olabilen bir guard. Kaukenas R.Madrid’den fabrika ayarlarına geri dönmüş vaziyette gelince, Hairston sakatlık problemiyle boğuşunca, Aradori deli dolu oyun tarzıyla henüz daha Eurolig olgunluğunda olmadığı gösterince yük giden oyunculara oyun tarzı olan benzeyen tek oyuncu olan Moss’a dönüyor. Ama Moss ne bir Hawkins, ne de Sato. Orta ve uzun mesafe atışları seven Moss ne bir Hawkins kadar tehlikeli penetre edip faul aldırabiliyor, ne de Sato gibi kendi şutunu yarattığında yüksek yüzdeyle sokabiliyor. Daha çok perdeleri kullanarak boş pozisyonda topu almayı ve şut denemeyi tercih ediyor. Zaten üç maçta zayıf rakiplere karşı sadece 7 faul aldırabilip, 4 serbest atış atması da bu özelliğini gösterir nitelikte. Fenerbahçe Ülker’in ağzından köpük çıkacak kıvamdaki savunmacıları için önemli bir problem olacağını sanmıyorum. Esas tehlike geçen senelere göre süresi ve rolü artan Carraretto olabilir. Özellikle Cholet maçında ortaya koyduğu performansla bu takımın sürprizi olabileceğini açıkça gösterdi.


 Başta da bahsettiğim rakipleri cesaretlendiren değişim en çok takımın organizasyonunda gözleniyor. McCalebb Partizan’daki gibi dominant, top indirdiğinde orayı yıkıp geçecek bir uzuna sahip değil. Aynı zamanda Partizan gibi açık alanı da rahat bulamadığı için sete set hücumda zorlanıyor. Bunun bir diğer sebebi de Partizan’daki rol rahatlığına burada sahip olmaması. Bu görünmez kelepçe maç içinde McCalebb performansında dalgalanmalara sebep olabiliyor. Zisis ve Kaukenas kenardan geldiklerinde biraz daha toparlayıcı, sürükleyici bir yapıya kavuşturuyorlar Siena’yı ama Aradori, Moss, Carraretto ve hatta zaman zaman McCalebb’i içeren beşler panik havasındaki bir kolej takımı gibi bir görüntü ortaya koyabiliyor. Bu son dönemde alışık olduğumuz Siena düzeninin ve özgüveninin çok uzağında bir tablo. Özellikle Cholet ve Rytas maçlarındaki bu panik havası, hücumdaki organizasyon bozukluğu ve zorlama hücumlar Siena’ya zor anlar yaşattı. Eurolig’in en kalitesiz 10 maçı listesinde rahatlıkla yer bulabilecek Siena – Cholet maçındaki skora kesinlikle aldanmayın. Siena’nın o gün karşısında Fenerbahçe Ülker veya Barcelona olsaydı evinde çift haneli farkla mağlup olması işten bile değildi. Maalesef Erman Kunter’in takımı ilk maçtaki oyunu ve düzeniyle Eurochallenge seviyesinde bir performans gösterdi, karşılığını da skor olarak aldı.

İşin ilginç tarafı biz uzun zamandır Montepaschi Siena’yı eleştirirken hep uzun bölgesindeki eksikliklere değinirdik. İtalyan takımının kısaları ve uzunları arasında dağlar kadar fark vardı ama bütçenin düşmesiyle beraber iki bölge neredeyse eşit duruma geldi. Siena’nın ihtiyacı olan Ress ve Marconato’nun basiretsiz pivot görünümlerini tamamlayacak gerçek, fizik olarak güçlü ve boyalı alanda etkili bir uzundu. Onu da Spartak formasıyla parıldayan Rakovic’i alarak kapattılar. Ama Rakovic’e rağmen hala Eurolig seviyesinin altında bir uzun rotasyonları var. Stonerook zaten bildiğimiz gibi savunmada güçlü ve çalışkan. Hücumda ise ilk üç maç itibariyle artık daha az şutu düşünen, sırtı dönük veya dışarda top alıp kısaları pozisyona sokmaya çalışan bir yapısı var. Bana göre bugün Fenerbahçe Ülker’i zor duruma sokabilecek birkaç etkenden biri. Stonerook’un pasa daha yatkın hale gelmesi onun hala tepeden ve çaprazlardan öldürücü bir üçlükçü olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Aynı şekilde, hafife alınan Ress’in hiç beklenmedik anlarda çizginin gerisinden can yaktığı gibi. Ne Stonerook ne de Ress bireysel olarak da, saha içinde ikili olarak da çekinilmesi gereken, özel önlem alınması gereken oyuncular değiller. Tek ters yönleri dışardan rahatlıkla şut sokabilmeleri ki Spahija gibi kaliteli ve tecrübeli bir koçun bu konuda defalarca uyarı yaptığına eminim herkes hemfikirdir. Geçen sene Abdi İpekçi’de gözlerimin önünde Ress oyunun kaderini değiştirirken hem dışarıya çıkmayan uzunları, hem de Tanjevic’i sevgiyle anmıştım. Bugün hem Stonerook hem de Ress için aynı sahnelerin tekrarlanmayacağına biraz daha emin bakabiliyorum. Umarım yanılmam. Ksistof Lavrinovic için söylenecek pek fazla söz yok. Birkaç ufak farkla bugün karşılaşacağı ikizinin aynısı. Zaten –eğer yanlış bilmiyorsam– hapishanedeki yıllarda günde 6-7 saat karşılıklı antrenman yapan ikilinin birbirinden çok farklı olması beklenemez. Sadece form durumu açısından Real Madrid’de kısmen paslanan Darjus’un Ksistof’tan bir adım geride olduğu teorik olarak düşünülebilir ama Barca maçını saymazsak Darjus’un Ksistof’tan daha formda olduğu pratikte açıkça görülüyor Bugün de sık sık karşılaşmaları muhtemel. Yeni transfer Rakovic fiziğini iyi kullanan, boyalı bölgede etkili olan bir uzun ama henüz Eurolig seviyesine çıkabilmiş değil. En önemlisi de hücumda etkili olsa da savunmada Pianigiani’nin arzu ettiği ve uygulamada uzun zamandır başarı sağladığı savunma çizgisinde değil. Üstelik takım savunmasında da sorunlar yaşatabiliyor.

Fenerbahçe’nin bugün mutlaka, mutlaka, mutlaka ve mutlaka Lavrinovic – Stonerook – Ress üçlüsünün dış skor tehdidine önlem alması gerekiyor. Yine Carraretto da bu gecenin sürpriz isimlerinden biri olabilir. Moss, Aradori ve Kaukenas üçlüsünün Fenerbahçe Ülker’in deli savunmacıları karşısında etkili olmasını beklemiyorum. Yani en azından normal performanslarını gösterseler bile savunmacılarımız bu üçlüyü rahatlıkla durdurabilecek kapasitede. Esas problem bana göre McCalebb. Bu tip oyuncular zaman zaman üst seviye maçlarda beklenmedik işler ortaya koyabiliyorlar. McCalebb de delici özelliği Fenerbahçe Ülker savunmasını dağıtıp boş arkadaşlarını rahatlıkla görebilir. Özellikle Greer oyundayken McCalebb ile eşleşmesine Spahija’nın izin vermemesi gerekiyor. Siena’ya yapacağımız baskı artık geçen senelerdeki sonucu doğurmayacaktır. Onları dengeli bir baskıyla 20 top kaybının üzerine çıkartabileceğimizi düşünüyorum. Aynı şekilde ufak bir detay olsa da faul atışlarında Siena’nın çalışılmış bir hücumu var. İkinci atış başarılı olursa Stonerook hemen topu alır almaz pota altından uzun mesafeli bir pas yolluyor karşı sahaya ve takıma hızlı hücum şansı yaratmaya çalışıyor. Bunu maç içinde birkaç kez denemeye çalışıyorlar. Hem bu sebepten, hem de Siena’nın süratli kısalarına (Aradori – McCalebb – Moss ) önlem olarak mutlaka geriye çok hızlı koşmamız gerekiyor. Hücumda da aynı Barcelona deplasmanında olduğu gibi pota altını kısalarımızla sürekli zorlamalıyız. Bilhassa Moss’un birebir savunması iyi değil ve onu ekarte edecek isim pota altında yukarda bahsettiğim takım savunmasının zafiyetinden faydalanarak orayı dağıtabilir. Böylece uzunlarımıza da rahat sayı imkanı tanımış olur. Ne olursa olsun dış atışları minimum seviyede tutmalıyız. Pota altında yetenek ve uyum açısında mutlak bir üstünlüğümüz var, bunu sonuna kadar kullanmalıyız.

Kısaca toplamak ve önemli noktalara değinmek gerekirse Siena alıştığımız kısa oyuncuların etkinliğinden, daha dengeli hücum anlayışına ve 1-2 basamak alt seviyede savunma performansına dönmüş durumda. Pianigiani’nin yıllarca son adımı atamadığı ve Final Four’dan birçok kez kıyıdan veya erkenden döndüğü de hesaba katılırsa hayal ettiğinin bu bütçe ve isimler olmadığı kesin ama genç hocanın enerjisini şu anda 22 yaşında bir heykeltıraşla eş tutabiliriz. Sürekli elindeki malzemeyle bir şeyler yaratmaya çalışan, kendi tarzını oturtmaya çalışan bir hoca. Ama Eurolig’deki 3 galibiyete ve ligde mağlubiyet erken gelmesine rağmen zirve yarışındaki iddiaya bakıldığında bana göre yanıltıcı bir tablo ortaya çıkıyor.

Ben bugün Siena olağanüstü işler yapmazsa (%50’nin üzerinde 3 sayılık veya 15’in altında top kaybı) ve normal performansımızı sergilersek Siena’yı evine çift haneli farkla göndereceğimizi düşünüyorum. Yıllardır hayali kurulan “dolu salonda Fenerbahçe Ülker’in Eurolig grup maçı” fantezisi de sanırım bugün gerçeğe dönüşecek. Bu itici güçle beraber Türkiye’nin Dünya Şampiyonası’nda rakiplerine kurduğu üstünlüğün kulüp bazında bir benzeri yaşanabilir.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Hocam yanlış yazmışsınız "Yenilenen" değil "Yenilen" olacak o.Bu takımın kurulmasında en ufak payı olan herkese teşekkürler.

 
Maliano - Kaynak göstermeden çalan çırpan Schortsanitis'in altında kalsın...